logo

reklam

Vefâtının 4.Yılında Hocam M. Orhan Okay

Bugün, sevgili hocam Prof. Dr. M. Orhan Okay Bey’in vefâtının 4. sene-i devriyyesi…
Hayatımızda mühim izler bırakmış olan büyük şahsiyetleri anlatmakta kelimeler bazen âciz kalır, yürek devreye girdi mi dil susar.
***
Hocamla ilk tanışmamız, edebiyat okumak için gittiğim Erzurum’da, lisans öğrencisi olarak 1. sınıfta Yeni Türk Edebiyatı derslerine devâm için toplandığımız, Prof Dr. Ali Nihad Tarlan Dershanesi veyâ diğer adıyla 6 Numaralı Derslik‘te başladı…
Liseden çıkıp gelmiş gençlerin hâlet-i rûhiyesiyle; biraz meraklı, biraz çekingen ve biraz da ürkek bakışlarla yolunu gözledik hocamızın. Nihâyet beklenen o an geldi…
Tanımadığınız birisini tanımada ilk karşılaşmalar çok önemlidir ve aynı zamanda, gönülden gönüle giden yollara kurulan köprülerden ilk geçiş ânıdır.
Öyle de oldu…
Hocanın, hâlis mü’minlere has, içindeki asâleti dışa vuran ve içimi rahatlatan mütebessim çehresi, mürşidini görünce onun karşısında benliğini eriten eski zaman dervişlerinin duyduğu iç huzûrunu verdi bana…
Bu, hep böylece devâm etti…
***
 Derslerdeki akıcı, ahenkli ve  nâzik üslûbuyla birlikte büyüleyici belâgâti, güzel bir rûyâya dalıp da uykudan hiç uyanmak istemeyenlerin masal dünyâsına götürürdü hep beni…
*** 
Medeniyetimizin ve edebiyâtımızın Batılılaşma yâhut yenileşme mâcerâsını adamakıllı olarak ilk kez hocamdan dinledim. Tanzîmat’taki siyâsî hareketleri ve edebiyâtımıza yansımalarını; ilk gazetecilik faaliyetlerini, Yusuf Kâmil Paşa‘yı, Âkif Paşa  ve Adem Kasidesi‘nin felsefî akislerini, Şinâsi-Ziyâ Paşa-Namık Kemâl üçlüsünü, Decameron Hikâyeleri‘ni, Giritli Ali Aziz Efendi ve Muhayyelât‘ı,Emin Nihad Bey ve Müsâmeretnâme‘sini, Ahmet Midhat‘ı, Ekrem-Hamid-Sezâî Mektebini, Makber şiiri ve “ölüm” düşüncesinin Hamid‘de yarattığı derinliği, Ekrem‘in “Ölüler“ini, Muallim Nâci‘yi ve popülist yazarlığını, “Abes-Muktebes” tartışmalarını; Fikret‘i ve Âkif‘le olan kavgalarını, Cenab‘ı, Hâlid Ziyâ‘yı, Beşir Fuad‘ı, Abdullah Cevdet‘i, Yahya Kemal‘i, Tanpınar‘ı ve onun büyülü dünyâsını, M. Âkif‘i, N.Fâzıl‘ı ve arada atladığım, eklemeyi unuttuğum her kim ve ne varsa  hepsini ondan öğrendim.
     Aslında sâdece kişiler değildi öğrendiğim; onların pek çoğunun örselenmiş ve yaralanmış ruhlarında, koskoca bir medeniyetin depremlerle çatırdayışının buruk bir hikâyesiydi; savaşlarla, kavgalarla, hüzün gözyaşları ve karamsarlıklarla örülü…
***
İri gözlüklerinin altından gülümseyen gözleriyle bizi seyreden hocam, dâimâ bizleri derse katılmaya teşvik eder; yüzü bize dönük hâlde işaret parmağıyla, havada yarım bir daire çizerek anlattığı konuyla ilgili sorusu veya görüşü olanları tespit için
“Var mı, var mı?” diye sorardı.
  Dersin bitiş zamanının tâyininde genellikle hiç yanılmaz; yine de ihtiyâten, kösteği yaka rozetine tutturulmuş, ceketinin mendil cebine koyduğu saatini kontrol eder ve sınıftan öyle ayrılırdı.
Evvelden beri var olan kitap okuma alışkanlığıma yeni bir şekil veren de hocamdır. İlmî ve akademik metotlara uygun biçimde çalışmayı; kaynak tarama, referans gösterme ve dipnot tekniklerini de bize o öğretmişti. Hiç unutmam; zannedersem ilk derslerimizden birinde elinde bir kutu karton fişle gelmişti. Bize kitap fişleme çalışması ile ilgili teknikleri öğretmek için hazırlamış olduğu kendi kitaplarına âit fiş örnekleriydi bunlar. Sınıftaki bütün öğrencilere dağıttı ve bunları model alarak kendi kitaplarımıza uygulama vazifesi verdi. Bana, Alparslan Türkeş‘in şimdi ismini hatırlayamadığım bir kitabının adına düzenlenmiş bir fişleme örneği düşmüştü.
***
İki ders arası verilen molalarda zaman zaman kendisine soru sormak için odasını ziyâret ederdim.
Yine bir gün böyle bir maksatla gittiğimde baktım ki kapısı hafif aralıktı, kapıyı tıklattım; ses gelmeyince de kapıyı daha da aralayarak kafamı içeri uzattım. Baktım hocam seccâdesini sermiş, vakit namâzını edâ ediyor. Önce şaşırdım; çünkü bütün öğrencilik hayatımda o zamâna kadar ilk defa bir hocamın okul içerisinde namaz kıldığına şâhit oluyordum; sonrasında kendimden çok utandığımı hissettim…
***
Okul bitti, vazîfeye başladıktan bir yıl sonra Erzurum‘dan ayrıldım. Zaman zaman mektuplaşma, zaman zaman da bayram tebrikleşmesi ile hocamla irtibâtımız devâm etmişti. Yaşına ve sâhip olduğu mevkîye rağmen bizleri hiçbir zaman küçümsemeyecek kadar büyük ve tevâzû sâhibi bir insandı. Kendisine yazdığım bütün mektuplara, tebriklere ve telefonlara mutlaka cevap verdi.
Ne yazık ki bir gün ev taşıması esnasında, gözüm gibi sakındığım bu yazışmalarla birlikte pek çok kıymetli hâtırayı içerisinde sakladığım kutu, taşıyıcıların sorumsuzluğu neticesinde kaybolup gitti.
Yanarım yanarım da buna yanarım…
***
Hocam M. Orhan Okay Bey‘le en son görüşmemiz yıllar önce bir bayram günü ellerini öpmek için gittiğim, İstanbul Levent, Krizantem Sokak‘taki evinde gerçekleşmişti. Beni âileden birisiymişim gibi bir baba ve annenin evlâdını bağrına bastığı sevgi ve şefkatle karşılayan Orhan Hoca‘mla şimdi merhûme olan muhterem eşleri Mübeccel Hanımefendi‘ydi. Mübeccel Annemizin ellerinden bir bayram kahvesi içmek bu fakîre  de nasip olmuştu. Sohbetimizde Erzurum‘daki günlerimizden söz açıldı, birlikte o güzel günleri yâd ettik.
***
Yahyâ Kemâl‘den Tanpınar‘a, Tanpınar ve Köprülü‘den Mehmet Kaplan‘ a, Kaplan‘dan M. Orhan Okay Hoca‘ma uzanan silsileden el almış ve onun rahle-i tedrîsinden geçmiş olmanın bahtiyârlığını hep gönlümde hissetmişimdir.
***
Hayâtı boyunca binlerce talebe yetiştirmiş ve pek çok değerli eser vermiş olan “Hocaların Hocası” merhûm hocam Prof. Dr. M. Orhan Okay‘ı, vefâtının 4. sene-i devriyesi münâsebetiyle ve kendisinden üç yıl evvel âhiret yurduna göç eden muhtereme eşleri Mübeccel Hanımefendi‘yi en içten rahmet, minnet ve şükran duygularıyla yâd ediyorum.
Hocama çok şey borçluyum. O büyük insanın yüzü bizlere karşı hiç asık durmadı, hep gülümseyen yüzüyle hatırladım onu. Umarım ki Cenâb-ı Allah da hocamın kendisiyle birlikte sevdiklerini de güldürecektir…
Allah her ikisine de rahmetler eylesin, mekânları cennet olsun inşallah.
img_20210112_235528_2-001.jpg

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.