logo

reklam

TANRIYA KARŞI HATA YAPMAYACAKSIN


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

Erkenden uyanan Pomponius avludaki çardağın altında oturmuş; yorgun, boş bakışlarla etrafına bakınıyordu. Auxanousa günaydın diyerek gelip karşısındaki sandalyeye oturdu. Pomponius gözünün ucuyla ona bakarak; “bir haftadır senin yüzünden doğru düzgün uyuyamıyorum. Yatakta dönüp duruyor ve durmadan sayıklıyorsun.” Auxanousa mahcup bir biçimde başını hafif öne eğerek, her gece aynı rüyayı görüyorum. Oğlumuz Terentius karşımda durup bana bakıyor. Bakıyor dediysem o ela güzel, sevgi dolu gözleriyle değil. Zift gibi bir siyahlıkla dolu göz çukurlarıyla bakıyor. Yüzünde hiçbir ifade yok. Heykeltraşın yontup tamamlamadığı mermer bir heykel gibi duruyor. Ona doğru gitmek istiyorum. Ama yüreğime öyle bir acı ve korku çöküyor ki hiç kımıldayamıyorum. Sanki iki elin parmakları boğazıma bir halka gibi geçirilmiş, beni boğmaya çalışıyor. Sesleniyorum, sesim çıkmıyor. Arkaya dönüp sana haber vermek istiyorum, ancak ayaklarım yere çivilenmiş gibi kımıldayamıyorum. Çaresizce oğlumuza bakıyor, gözlerimle bana doğru gelmesi için ona yalvarıyorum. Terentius’un yüzündeki ifadesizlik bozulmadan elini bana doğru uzattığında birden ortalık kararıyor ve hiçbir şey göremiyorum. Ellerimle boğazımı sıkan şeyi çözüp bağırıp çığlık atmak isterken uyanıyorum. Pomponius şaşkın gözlerle karısının yüzüne bakarak kısık bir sesle “bende attığın o çığlıklarla uyanıyorum” diye mırıldandı. Auxanousa başını öne iyice eğerek gözlerini kocasının bakışından kaçırdı. Gözlerinden akan yaşlar, yanaklarında bir kanal açmışçasına; aldığı derin nefeslerle şişip inen göğsünün üzerine akıyordu. Arada alınan derin nefesler, iç geçirmelerine Auxanousa’nın düzenli hıçkırıkları eşlik ediyordu. Uzun süren sessizliği Pomponius bozdu. “Başımıza o felaketin geldiği günden beri, benim içinde her şey anlamını yitirdi. Yüreğim, yalnızlığın karanlığında fitili bitmek üzere olan bir kandil gibi çırpınıp duruyor. Bu çaresizlikte beni hayata bağlayan sen ve sana olan sevgim; sende kendini üzüp tüketme” dedi ve kalkıp iki eliyle karısının yüzünü avucuna alarak gözlerinin içine sevgiyle baktı. Auxanousa kanlanmış gözlerle kocasının gözlerine baktı, dudakları titreyerek “eğer o kadınlara uymasaydım belki de o felaket başımıza gelmeyecekti.” Bir şeyler daha söylemeye çalıştıysa da kelimeler hıçkırıklara boğulan sesiyle anlamsızlaştı. Pomponius sandalyenin önünde diz çöküp karısını kendine doğru çekerek sıkıca sarıldı ve sağ eliyle saçlarını okşadı. “Fısıldayarak kendini suçlama senin suçun değildi, yaşananlar kader tanrıçalarının yazdıklarıydı.” Auxanousa’nın hıçkırıkları seyrekleşti derin derin nefes alıp verdi. Kocasına sardığı kollarıyla onu içine almak istercesine kendine doğru çekip “iyi ki varsın teşekkür ederim. Sen olmasaydın ne yapardım” deyip yüzünü kocasının omuzuna gömdü.

Avludaki seslere uyanan yaşlı köle, zorlukla yataktan doğruldu, kollarını yana açarak vücudunu germeye çalıştı. Esnemekten kocaman açılmış olan ağzının kenarından akan su sakallarının arasına süzüldü. Sağ elinin tersiyle ağzını silip elini geceliğinin eteğine sürdü. Ayağa kalkıp sendeleyerek kapıya doğru yürüdü. Kanatlı kapıyı zorlukla araladı tam dışarı çıkacakken efendilerini sarılmış görünce mahcup olarak geri dönüp mutfağa geçti. Eve yeni aldıkları genç köle hala uyanmamıştı. Mutfağın arkasındaki küçük odada kalan köle kızın kapısına elinin tersiyle vurarak alçak bir sesle seslendi. Köle kız sese irkilerek sıçrayıp yataktan çıktı kekeleyerek “geliyorum efendim kalktım geliyorum” deyip telaşla giyinmeye çalıştı. Yaşlı köle mutfağa dönerek tezgâhın önündeki sandalyeye oturdu. Ah çekerek derin bir nefes aldı. Bu eve getirildiğinde çocukluktan yeni çıkmıştı. Köle olan annesi genç yaşta ölmüştü. O zamanki efendileri Aberkios, dizginlenemeyen para kazanma hırsı olan cimri ve sürekli mutsuz bir adamdı. Sahip olduğu köleleri öldüresiye çalıştırırdı. O zamanlar Zosimos, babasının yanında tarlada çalışmaktaydı. Ağır iş koşulları ve yeterince beslenememelerinden dolayı bütün kölelerin derileri kemiklerine yapışmıştı. Kavurucu sıcağın altında kararan derileri buruşmuş kaplumbağa derisine dönmüştü. Zosimos annesi öldükten sonra yeme içmeden kesilmiş içine kapanmış; bir şey sorulmasa hiç konuşmuyordu. Aberkios, çalışmaya gücü kalmamış ve babasının çalışmasına da engel olan Zosimos’u köle pazarına götürüp satmaya karar verdi. İki kölenin kollarından tutup arabaya bindirmeye çalıştıkları Zosimos, yüreğini ağzından kusup atmak istercesine ağlayıp anne diyerek bağırdı. Diğer kölelerde bağırıp ağlayan babasını tutmuş teselli etmeye çalışıyorlardı. Arabaya zorla bindirilen Zosimos’un yanına oturan diğer köleler kollarından tutarak sakinleşmesini telkin ediyorlardı. Arabanın arkasındaki açıklıktan gözlerini çırpınan babasına diken Zosimos birden sakinleşti. Yanağında birikmiş olan göz yaşları çenesine doğru süzülüp göğsünün üstüne damladı. Şehrin köle pazarına getirilen Zosimos, Antiokheialı bir aileye ucuz bir fiyata satıldı. Zosimos götürüldükten bir hafta sonra hastalanan babası bir gece yarısı hayata gözlerini yumdu. Köleler, gözyaşları içerisinde kazdıkları basit bir mezara onu dualarla gömdüler. Zosimos’u alan Aleksandros çok zengin olmayan iyi bir insandı. Zosimos, birkaç kez kaçmayı dendiyse de başarılı olamadı. Evdeki diğer iki köle ve ev sahipleri ona çok iyi davranıyorlardı. Zamanla bulunduğu eve ve insanlara alıştı. Aleksandros ve hanımının buyurduklarını yapmak için gücünün üzerinde enerji sarf ediyordu. Evde bulunan köle kızla onu evlendirdiler ve evin avlusunun kuzeybatı köşesinde bulunan büyük odayı onlara verdiler. Pomponius’un doğduğu gün, ailede yaşadıkları mutluluğu hayatı boyunca unutmadı. Kendi çocuğu olmayan Zosimos çocuğu gözü gibi koruyordu. Mutfakta oturduğu sandalyede içi geçmiş, düşüncelere dalmış olan Zosimos, köle kızın sesiyle irkildi. “Çabuk ocağı yak ve kahvaltıyı hazırla” diye terslendi. Köle kız telaşla ocağı yaktı su doldurduğu güğümü ateşin üzerine koyup; dolaplardan kahvaltı için malzemeleri çıkarmaya başladı.

Pomponius, Auxanousa’ın elinden tutarak ayağa kaldırdı ve içeri girmek için kapıya yöneldiklerinde Zosimos kapıyı açıp kahvaltınız hazırlanıyor efendim deyip saygıyla eğildi. Pomponius sağ elini kölenin omuzuna sevgiyle koydu ve teşekkür etti. O gün ve sonraki haftalarda evde büyük bir sessizlik oldu. Kısa konuşmaların dışında sohbet edilmedi. Mevsim sonbaharın son ayına girmiş havalar iyice serinlemişti. Yaşlı kölenin sepetlere doldurduğu üzümleri satmak için pazara gidip dönmüş olan Pomponius’u Zosimos, avlunun kapısında karşıladı. Katırların yularından tutarak ahıra doğru çekiştirerek götürdü, hayvanları yemliğin önüne bağladıktan sonra geri döndü. Çeşmede elini yüzünü yıkayan efendisinin arkasında durup yıkama işi bittiğinde, direğe asılı havluyu ona uzattı. Elini yüzünü kurulayan Pomponius sevgiyle yaşlı kölenin yüzüne baktı ve yemeğin hazır olup olmadığını sordu. Zosimos, kırışmış yüzünün tamamına yayılan bir gülümsemeyle, “bugün yemeği, evin hanım efendisi yapıyor, uzun bir aradan sonra lezzetli bir şeyler yiyeceğiz. Sanırım birazdan hazır olur “diye cevap verdi. Mutluluk ve şaşkınlık karışımı bir ifadeyle “ah öyle mi? Bak buna sevindim.” Zosimos, “efendim hanım efendiyle biraz daha ilgilenmelisiniz, son zamanlarda çok mutsuz. Bugün böyle neşeli görünce çok sevindim. Pomponius sağ elini Zosimos’un omuzuna koyup yaşlının gözlerinine baktı. “Terentius’un ölümünden kendini sorumlu tutuyor. Geçen gün konuştuk ama ne söyledimse nafile. Hep kendini suçluyor. Her gece uykusunda sayıklayıp duruyor. Yaşlı dostum! Ne yapacağımı bende bilmiyorum.” Zosimos, “hep o kadınlar yüzünden oldu bütün bunlar. Sağ kolunu yukarı doğru kaldırarak “Tanrı Men onların belasını versin” diye ilendi. Pomponius “hadi gidip yemek yiyelim.” Birlikte mutfağa geçtiler. Onlar içeri girdiklerinde Auxanousa ayağa kalkıp “hoş geldiniz, bakalım bugün yemeği beğenecek misiniz.” Gülümseyerek kocasının yüzüne baktı. Haşlanmış etle yapılmış yemek oldukça lezzetliydi. Yemek süresince Auxanousa neşeli bir ifadeyle farklı farklı şeyler anlattı ve arada Zosimos’a sorular sordu. Pomponius, yüzünün tamamına yayılmış bir gülümsemeyle onları dinledi. O hafta boyunca Auxanousa hep mutlu göründü. Haftanın son günü de yemeği Auxanousa yaptı. Pomponius, karısının artık normale döndüğünü düşünerek mutlu oldu. Yorgun olan Pomponius karısından önce yatağa gidip içine dolan güzel duygularla uzandı ve esneyerek vücudunu gerdi. Yorganı üzerine çekerek gözlerini yumdu. Auxanousa’nın sesine uyanan Pomponius, uykulu gözlerini ovuşturarak, uykumu kaçırıyorsun diye terslendi. Bir cevap gelmeyince sağ elini kadının böğrüne dürtmek için uzattığında kadının buz kesmiş eline dokundu. Ürpertiyle yataktan doğruldu ve karısının yüzüne baktı. Alacalanmış karanlıkta gözlerini kısarak kadının yüzünü görmeye çalıştıysa da pek bir şey fark edemedi. Telaşla yatağın yanındaki sehpada duran kandile uzandı. Yoklayarak aradığı kandil, eli çarpınca yere düştü. Kandilin kırılma sesi, boşalmış gibi duran kafa tasının içerisinde bir çığlık gibi yankılandı. Hemen soluna dönerek ayaklarını yataktan sarkıttı ve kalkıp odanın siyah perdesini hızlıca araladı. Pencereden giren ışık, kadının tam yüzüne yansıyordu. Korkuyla dönüp yüze tekrar baktı. Alt çenesi göğsüne düşmüş, ağzı kocaman açılmıştı, pörtleyip irileşen gözlerinin sadece beyazı görünüyordu. Yüreğine demir gibi çöken korkuyla “Auxanousa Auxanousa” diye bağırıp kadının omuzlarından tutup silkelemeye başladı. Soğuyup katılaşmaya başlamış olan ceset kalıp gibi bütün olarak kalkıp inmekteydi. Bir taraftan kadının omuzlarına kenetlenmiş elleriyle cesedi kaldırıp bırakıyor diğer taraftan bağırarak ağlıyordu. Şafak, geceyi örten karanlık örtüyü kaldırmış, yaydığı kızıllıkla odanın içerisini parlak bir ışıkla doldurmuştu. Pomponius’un bağırmasına uyanan köleler, telaşla basamakları çıkıp yatak odasının kapısına koştular. İçerden gelen hıçkırıkları duyan yaşlı köle “efendim iyi misiniz” diye seslendi. Pomponius durdu, sol eliyle karısının gözlerini kapattı ve sağ avucuna aldığı çeneyi dudaklar birleşene kadar yukarı doğru ittirdi. Elini çektiğinde kadının ağzı aralanıp açıldı. Karısının sürekli yastığın altına koyduğu mendilini hatırladı. Elini yastığın altına sokup mendili çekip aldı. Kadının çenesinin altından geçirdiği mendili başın üzerinde iki düğüm atarak bağladı. Kapıda iyice meraklanan yaşlı köle kapıyı sessizce aralayıp başını içeri uzatarak yatağın üzerinde oturmuş efendisine baktı. Pomponius acılı soğuk bir sesle “içeri gel” dedi. Zosimos hızlı adımlarla yatağın ayak ucuna geldi; gözleri kapalı, çenesi bağlanmış kadını görünce “Tanrım” diyerek bağırdı. Efendisinin yanına gidip omuzlarından tutarak yatağın üzerinden kalkması için çekiştirdi. Pomponius, gözlerini kadından ayırmadan yataktan indi Zosimos’un yanında ayakta durdu. Kapının eşiğinde durmuş yaşananları izleyen genç köle, hanımını öyle görünce çığlık atarak kendini yere bıraktı. Pomponius bakışlarını hiç çevirmeden gidip komşulara ve rahibe kadına haber ver. Zosimos, genç köle kızın kolundan tutarak kaldırdı ve bağırmaması konusunda uyardı. Hemen evi toparla ocağı yak. Hanımın cenazesinin yıkanması için gerekli her şeyi hazırla. Kız telaşla merdivenden koşarak indi. Zosimos önce komşulara sonra rahibeye olup bitenleri kısaca anlattı. Yarım saat içerisinde evin içi dolup taştı. Rahibe gelince Pomponius dışarı çıktı, avluda birikmiş olan kalabalık onu görünce ona doğru yöneldi. Bitkin bir biçimde direğin dibindeki tabureye oturan Pomponius, inilti şeklinde bir sesle olanları anlatmaya çalıştı. Haberi alan gençler nekropole giderek mezar kazmaya başladılar. Rahibe ve kadınlar cenazeyi hazırladı. Okunan dualar ve ilahiler eşliğinde nekropole getirilen cenazeyi Pomponius ve kardeşi mezara indirdi. Zosimos’un uzattığı iki kandili Pomponius alarak cesedin başının yanlarına yerleştirdi. Kefenin içerisinde yüz hatları görülen kadının yüzüne baktığında hıçkırıklarına hâkim olamadı. Kardeşi elinden tutarak onun mezardan çıkması için çekiştirdi. Pomponius mezardan çıktıktan sonra kardeşi, şist taşları ile cesedi örttü. Rahibenin okuduğu dualar eşliğinde mezarı toprakla doldurmaya başladılar. Kalabalığın arkasına nekropolü çevreleyen duvarın dibinde duran kadınların arasında, fısıltıyla büyük bir dedikodu dönüyordu. Kadınlardan biri, “gidip o dinsizlere katılmasaydı bütün bunlar başına gelmezdi” Bir diğeri, “Tanrımıza karşı gelmek ve onun inancını terk etmek asla cezasız kalmaz” diyerek araya girdi. Yaşlı kadınlardan biri, ilk konuşan kadına bakarak “tam olarak ne yapmıştı ben bilmiyorum” diye sordu. Kadın şaşkınlıkla duymadın mı sen? Kente iki tane kadın gelmişti. Büyücü gibi bir şeydiler. Bu kadınlar, Montanus isminde bir şarlatana hizmet ederek, yeni bir dinden bahsediyorlardı. Gömdükleri bu kadın var ya onlara inandı. Bir süre onların ibadetlerine katıldı. Sonra nasıl olduysa ayrıldı. Açıkçası ben ayrıldığına hiçbir zaman inanmadım. Bu arada Terentius isminde 12 yaşında güzel bir oğlu vardı. Kadın o ibadetlere katılmaya başladığında çocuk birden ateşlendi. Vücudunun tamamı kırmızı yaralarla doldu ve bir hafta içinde de öldü. Gördüğün gibi şimdide kendisini gömüyorlar.” Yaşlı kadın, içinden dua ederek şaşkınlığının yerini öfkeye bıraktığı bir ses tonuyla “hak etmiş o zaman, böylesine büyük bir günah işlersen işte böyle kafir olarak gömülürsün” deyip sağ elini göğsüne sürdü. Arkadan biri nekropoldesiniz dedikodu yapmayın, günah diye terslendi. Konuşan kadınlar guruptan ayrılıp dedi kodu yaparak evlerine doğru yürüdüler. Cenaze merasimi bitti herkes dağıldı. Pomponius, kardeşi ve Zosimos bir süre daha mezarın başında durdular sonra Terentius’un mezarının olduğu yere gidip dua ettiler ve ardından eve döndüler.

Bir hafta boyunca çok sayıda kişi taziye için gelip gitti. Gelip gidenler azalınca Pomponius mezarın başına dikeceği stelin siparişini vermek için Zosimos ile mezar ustasına gittiler. Naiskos tipli bir stel seçti ve ustaya stelin üzerine yapılacak kabartmaları detaylıca anlattı. Mezar yazısı içinde önceden hazırladığı metni ustaya verdi. Usta, on gün içerisinde mezar taşını bitireceğini belirtti. İşeri bitince direk eve geldiler. Avludaki çardağın altına oturdular. Genç köle kız gelip bir şey isteyip istemediklerini sordu. Birer bardak şarap istediler. Zosimos efendim bazı şeyleri siz başkalarından duymadan size söylemem gerekiyor. Dalgın dalgın oturan Pomponius, başını kaldırıp kölenin yüzüne bakarak “hayrıdır.” Zosimos sıkıla sıkıla “efendim bazı insanlar boş bir dedikodu yapıp duruyorlar, bunları duyarsanız kendinizi üzmeyin. Her şeyin doğrusunu tanrı biliyor.” Sözüne devam edecekti ki Pomponius sinirli bir ses tonuyla araya girdi. En sevdiklerimi Hadesin karanlığına gömmüşüm kimin ne dediği hiç umurumda değil. Merak etme sen.” dedi.

Bir hafta sonra, mezar ustası tamamladığı steli almaları için haber gönderdi. Zosimos arabayı hazırladı efendisiyle birlikte ustanın atölyesine gittiler. Pomponius iç geçirerek stele baktı ve ödemeyi yaptı. Oradakilerin yardımıyla steli arabaya yüklediler ve mezarlığa doğru yola çıktılar. Dua ederek steli, mezarın baş tarafına diktiler. Stelin alınlığında mezarı kötülere karşı korusun diye Medusa başı ve gövdesinde Auxanusa’nın büstü kabartılmıştı. Pomponius taşta yazan yazıyı Zosimos’unda duyacağı biçimde yüksek sesle okudu. “Auxanousa dünyadaki herkes tarafından şereflendirildi ve ünlü bir ülkede öldü, en güzel çağında ölüme yenik düştü. Ve özgürlük gününü terk eden Terentius, erken yaşta Hades’in diyarına indi… Pomponius’tan karısı Auxanousa’nın anısına. Tanrı’ya karşı hata yapmayacaksın.” Zosimos hüzünle efendisinin yüzüne baktı. Pomponius gözlerinden akan yaşı elinin tersiyle silip arkasını döndü. Yürümeye başladığında “Tanrı’ya karşı hata yapmayacaksın, cümlesini tekrarlayarak adımlarını hızlandırdı.

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • BÜYÜK BAŞKOMUTAN, BÜYÜK TAARRUZ, BÜYÜK ZAFER…

    30 Ağustos 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İkinci Viyana kuşatmasından (1683) tam 238 yıl sonra ilk defa Sakarya Meydan Muharebesinde toprak kaybedilmemiş, 22 gün 22 gece (23 Ağustos-13 Eylül) süren “HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR. O SATIH BÜTÜN VATANDIR anlayışıyla gerçekleştirilen SAKARYA meydan savaşında kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman, Sakarya Nehrinin batısına püskürtülmüş ve bağımsızlık yolunda en önemli adım atılmıştır, düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra, 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kem...
  • SOKAKTAN MECLİSE BÖYLE NEREYE?..

    24 Ağustos 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    O gün sabah erken kalktım. Hava sakindi. Üç gündür dağdan esen sert ve şiddetli, aynı zamanda sıcak rüzgâr dinmişti. Denize gidebilirdim. Mayomu giydim ve yaklaşık 600 metre uzaklıktaki denize hızlı adımlarla kısa sürede ulaştım. Yaklaşık 1 saat deniz kenarında yürüyüş ve yüzmeden sonra biraz yorgun vaziyette dönüş yolunda, bahçesinde etrafı temizleyen 50-55 yaşlarında zaman zaman ayak üstü sohbet ettiğim Hakan’a rastladım. Kendisi mühendisti, zamanında İstanbul da şirketleri ve iyi bir hayatı olmuş, ancak hayatın acımasız yanlarını da yaşam...
  • Kırım – Kongo Kanamalı Ateşi; Keneler ve Düşündürdükleri

    30 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İçinde bulunduğumuz ay itibarıyla havaların ısınması, yağmurların yağması ile birlikte, bahçe, tarla işleri ile birlikte KENE MEVSİMİNİNİN de başlaması, dolayısıyla Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ve insanlarda ölümlerin görülmesi söz konusu olabileceğinden, EMEKLİ DE olsam, sorumluluk bilinciyle yıllardır yaptığımız uyarıları, yapılması gerekenleri; YETKİLİLERE, ETKİLENENLERE bir kez daha hatırlatmak istedim.. Ülkemizde 2002 yılında Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi ile gündeme oturan, popüler olan ve 7’den 70’e herkesin tanıdığı keneler, biz...
  • ANTİOKHEİALI YAŞLI KADIN

    25 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Üçüncü cemre düştüğünde, karlar erimeye başlamıştı. Kentin sokaklarında eriyen karların suları, bulanık bir şekilde akmaktaydı. Bir zamanlar düzgün taş döşeli olan sokaklar artık bütün özelliğini kaybetmiş, kanalizasyon sistemi tıkanmış, sular caddenin yüzeyinde sessizce akmaya başlamıştı. Bahar güneşinin sıcaklığı kendini iyice hissettirirken, yaşlı kadın kahvaltısını yapmış, mutfağın penceresinden güneşin ışıklarını izleyerek, derin düşüncelere dalmıştı. On üç yaşında evlenip geldiği bu evde geçirmiş olduğu günlerin hayaline dalmıştı ki, hizm...