logo

reklam

Prof.Dr. Özhanlı yazdı: “MÜLTECİ OLMAK”


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

Bir insanın başına gelebilecek en büyük felaketlerden bir tanesi “mülteci” olmaktır. Doğduğu, büyüdüğü yurdunu ve sahip olduğu her şeyi bırakıp, bilmediği bir yerde hiç tanımadığı insanlarla farklı bir kültüre sığınarak yaşamak zorunda kalmak… Sığındıkları ülkelerdeki insanlar tarafından hor görülen, dışlanan ve sürekli aşağılanan insanlar olmak. Suyu, tuvaleti bulunmayan çadır kamplarda, yaşam mücadelesi veren sığınmacılara dönüşmek…

Sınırları yüksek duvarlarla örülmüş, dünya gelirinden en büyük payı alan güçlü kapitalist devletler, geri kalan ülkeleri “babalarının çiftlikleri” gibi yönetmeyi kendilerine hak görürler. Bu ülkelere, istedikleri zaman barışı istedikleri zaman savaşı getirebilirler. Halkları savaştırmak için her zaman hazır bahaneleri vardır. Kaos ortamını yarattıktan sonra, zulme uğrayan halkların kurtarıcısı rolünü devreye sokar, timsah gözyaşları dökerler. Afganistan ve Suriye’de çıkardıkları radikal dincilerin, dini kullanarak ülkelerine ve halklarına yaptıkları zulümleri şiddetle kınar(!) ve her zaman o halkaların yanın da olduklarını ve onlara büyük yardımlar(!) yaptıklarını ve yapacaklarını söylerler. Matruşka gibi iç içe çöreklenmiş binlerce zehirli yılana benzeyen kapitalistlerin çıkardıkları savaşlar yüzünden yurtları viraneye dönen Suriyeli, Afgan ve diğer ülkelerdeki on binlerce insan, dünyanın farklı ülkelerin de sığınmacı durumuna düştüler.  Suriye de 2011 yılında başlayan iç savaş yüzünden yüzbinlerce Suriyeli öldürüldü ve yüz binlercesi de başta ülkemiz olmak üzere çeşitli ülkeler de mülteci oldu. Dünya da ve ülkemizde yaşanan ekonomik kriz nedeniyle, gelen sığınmacılara çoğu zaman tepkiler oldukça sert ve acımasız olmaktadır. Bu durumu yaratan kişiler, devletler ve sistemler yerine o çaresiz kalmış insanlara yüklenir ve onlar suçlanırlar. Bir dakika durup düşünün! Evinizde, köyünüzde ya da şehirde işinizde gücünüzde insanlarsınız ve bir gün birileri evinizi yakıp babanızı öldürüyor ve annenize, bacınıza tecavüz ediyor ve sizleri silah zoruyla köle tutsaklara dönüşeceğiniz kamplara götürüyor. Ve sizin elinizden hiçbir şey gelmiyor. Kim ister! Yurdunu, toprağını ve sahip olduğu her şeyi bırakıp hiç tanımadığı başka bir ülkeye sığınmayı; kendi ülkesinin asli unsuruyken bu ülkede mülteci olmayı. Kendinizi onların yerine koyup empati yapın. Ama bunu yaparken, “ben olsam …” deyip afaki cümleler kurup yapamayacağınız kahramanlıklarla kendinizi kandırmayın. Gerçekçi olun. Böyle bir durumda, karşınızda her biri diğerinden daha beter olan seçenekler olur. Ve bunlardan birini seçmek zorunda kalırsınız. Ya zulme direnip öleceksiniz ya da her şeyi arkanızda bırakıp sırtınızdaki elbiselerle kaçıp ülke sınırını geçip başka bir ülkeye sığınacaksınız. Tabii yol boyunca soğuktan, sıcaktan, açlıktan vb. sebeplerden ölmez ve sınırı sağ salim geçebilirseniz. Sığındığınız ülkede çadır kamplarda ya da şehirlerdeki varoş evlerde yaşamaya mecbur olacaksınız. Ucuz iş gücü olarak çalıştırılacaksınız.

Suriye Savaşının başladığı 2011 yılından beri Akdeniz ve Ege Denizi, binlerce mültecinin boğularak can verdiği kan göllerine dönüştüler. Kıyılarına vuran şişmiş cesetlerden arta kalanlar kimsesizler mezarlığına gömülür ve kumsala çizilmiş hikâyelerini kimse okuyamadan dalgalar silip temizler. “Düzensiz” mülteci ölümleri, haber kuşağının sonlarına doğru spikerlerin yüzlerine oturttukları sahte bir üzüntüyle, rakamlarla verilir ve kısa bir görüntüyle geçiştirilir. Bu haberlerin ardında, mültecilere yardım etmeyen devletleri kınayan bir dille, onlara sağlanan yardım ve destekler uzun uzun anlatılır.

Haber bültenlerinde “Edirne, İpsala – Yunanistan sınırında düzensiz 19 mülteci donarak öldü” deniyor. Bir canın ölüm haberini, bu kadar kuru, yalın ve duygusuz bir cümleyle ifade etmek onun bir can ve en önemlisi bir insan olduğunu unutmaktır. Onlar insandı, anne  – babaları, eşleri  – çocukları, kardeşleri, dostları, sevdikleri ve hayalleri vardı. Ölüme terk edilen bu insanlar, 2022 yılının Şubat ayında karın ortasında giysisiz, eksi bilmem kaç derece de donarak öldüler. Ülkelerin bir birini suçlamaları onları geri getirmez. Paylaşılan bir kare fotoğrafta, karda kas katı kesilmiş bedenleri, geçmişe ve sınırı geçtiklerinde yaşayacakları güzel günlere odaklanmış düşünceleri ve çaresizliğin çöktüğü gözlerindeki hüzünlü bakışları donmuş insanlar görünüyordu. Gecenin şiddetli ayazında soğukluk, bir ölüm sarmaşığı gibi bedenlerini yavaş yavaş sarıp kalbe yaklaştığında ruhlarını ısıtan tek şey sevdiklerine ve geçmişine duydukları özlem sıcaklığı olan çaresiz insanlar… Giysisiz, buz kütlesine dönmüş bedenlerin içerisinde hayalleri, ölüm uykusuyla son bulmuş insanlar… Ülkeleri, ırkları ve ideolojileri yüzünden ölüme terk edilmiş sahipsiz insanlar… Ölüme terk edilen her mülteciyle, ölen insanlıktır.

Ölmek, çoğu zaman acılardan, felaketlerden ve çaresizlikten kurtulmaktır. Donarak, boğularak ve vurularak ölen mülteciler de çaresizlikten ve bütün acılarından kurtulurlar. Kapitalist sistemden yurtsuz, ülkesiz bırakılmış bu insanlar, dünya vatandaşı olarak öbür dünyaya göçerler. Bu dünyada kimsesizler mezarlığında isimsiz bir mezar ve hiç kimsenin farkında olmadığı ve görmek istemediği acı dolu hikâyelerini bırakıp giderler.

İnsanın kendi türünü en iyi kandırdığı şeylerden bir tanesi, onların haklarını yasalar, anayasalar ve evrensel bildirgelerle koruma ve garanti altına aldığıdır. Bu, çoğu zaman kâğıt üzerinde kalır ve yöneticilerin işine nasıl gelirse öyle uygulanır. Suçlu aramaya gerek yok suçlu belli, hepimiziz yani “bütün insanlar”. Unutmayalım ki, herkesin bir gün mülteci durumuna düşme ihtimali vardır…

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • BÜYÜK BAŞKOMUTAN, BÜYÜK TAARRUZ, BÜYÜK ZAFER…

    30 Ağustos 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İkinci Viyana kuşatmasından (1683) tam 238 yıl sonra ilk defa Sakarya Meydan Muharebesinde toprak kaybedilmemiş, 22 gün 22 gece (23 Ağustos-13 Eylül) süren “HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR. O SATIH BÜTÜN VATANDIR anlayışıyla gerçekleştirilen SAKARYA meydan savaşında kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman, Sakarya Nehrinin batısına püskürtülmüş ve bağımsızlık yolunda en önemli adım atılmıştır, düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra, 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kem...
  • SOKAKTAN MECLİSE BÖYLE NEREYE?..

    24 Ağustos 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    O gün sabah erken kalktım. Hava sakindi. Üç gündür dağdan esen sert ve şiddetli, aynı zamanda sıcak rüzgâr dinmişti. Denize gidebilirdim. Mayomu giydim ve yaklaşık 600 metre uzaklıktaki denize hızlı adımlarla kısa sürede ulaştım. Yaklaşık 1 saat deniz kenarında yürüyüş ve yüzmeden sonra biraz yorgun vaziyette dönüş yolunda, bahçesinde etrafı temizleyen 50-55 yaşlarında zaman zaman ayak üstü sohbet ettiğim Hakan’a rastladım. Kendisi mühendisti, zamanında İstanbul da şirketleri ve iyi bir hayatı olmuş, ancak hayatın acımasız yanlarını da yaşam...
  • Kırım – Kongo Kanamalı Ateşi; Keneler ve Düşündürdükleri

    30 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İçinde bulunduğumuz ay itibarıyla havaların ısınması, yağmurların yağması ile birlikte, bahçe, tarla işleri ile birlikte KENE MEVSİMİNİNİN de başlaması, dolayısıyla Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ve insanlarda ölümlerin görülmesi söz konusu olabileceğinden, EMEKLİ DE olsam, sorumluluk bilinciyle yıllardır yaptığımız uyarıları, yapılması gerekenleri; YETKİLİLERE, ETKİLENENLERE bir kez daha hatırlatmak istedim.. Ülkemizde 2002 yılında Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi ile gündeme oturan, popüler olan ve 7’den 70’e herkesin tanıdığı keneler, biz...
  • ANTİOKHEİALI YAŞLI KADIN

    25 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Üçüncü cemre düştüğünde, karlar erimeye başlamıştı. Kentin sokaklarında eriyen karların suları, bulanık bir şekilde akmaktaydı. Bir zamanlar düzgün taş döşeli olan sokaklar artık bütün özelliğini kaybetmiş, kanalizasyon sistemi tıkanmış, sular caddenin yüzeyinde sessizce akmaya başlamıştı. Bahar güneşinin sıcaklığı kendini iyice hissettirirken, yaşlı kadın kahvaltısını yapmış, mutfağın penceresinden güneşin ışıklarını izleyerek, derin düşüncelere dalmıştı. On üç yaşında evlenip geldiği bu evde geçirmiş olduğu günlerin hayaline dalmıştı ki, hizm...