Son Dakika
Bir Yalvaç güneşiyle uyananlar merhaba,
Birbirlerini hayırla ananlar merhaba,
Yüzü gülüp içi yananlar merhaba,
Cânan için can veren canlar merhaba …
Bir Yalvaç güneşiyle yeniden uyanabilmenin, bize yeniden taze bir nefes, nefesimize dirlik veren yüce Mevlâ’ya şükür ve hamd eylemenin hazzıyla evden çıkarak yıllardır kafama, hafızama nakşettiğim kadim Yalvaç’ın; kimisi tâmir ve bakım görmüş kimisi de metruk ve yıkılmak üzere olan tarihi kerpiç evlerini birbirinden ayıran dar sokaklarından dolaşarak sağlı sollu dikilmiş ağaçları ve yeşile âit ne varsa uzak kalmadan ve gözlerimi bu seyir ziyâfetinden mahrum etmeden ağır ağır, tadını çıkarta çıkarta giderken metalik bir homurtuyla o güzel rüyalar gördüğüm uykumdan uyandım.. Yine bir iş makinesi, yine bir yerler kazılıyor; anladım ki her gün yerden mantar gibi biten beton yığınlarına bir yenisi daha ekleniyor… Alan râzı satan râzı.. Eyvallah! Bize lâf düşmez lâkin şehir planlamacılığının en son akla
geldiği ve fay hatlarının güzel vatanımızı bir örümcek ağı gibi sardığı coğrafyamızın hâli ortada. Hem hayatî önem arz etmesi hem de birbiriyle kol kola girerek yolumuzu kesmeye çalışan devler gibi karşımıza dikilen, ruhumuzu karartan bu binaların estetik zevkten uzak oluşu insanı düşündürüyor ve bir hayli üzüyor…
Bu karmaşık duygu ve düşüncelerle bunalıp kendimle boğuşurken çeşitli ihtiyaçlarımı karşılamak üzere gittiğim çarşıda nihayet kendimi buluvermiştim…
Bir dükkâna girdim, hayli kalabalık bir ortamda sıra bana gelince almak istediklerimi tezgâhtar çocuğa bildirdikten sonra sıcak havanın da etkisiyle yorulan, bunalan bedenimi dinlendirmek üzere bir sandalye arayan gözlerim gelen müşterilerin oturması için karşılıklı konulan iki sandalyeden bir tanesine ilişti. Diğerinde ise 75- 80 yaşları arasında, kır saçlı, gâyet iyi giyimli ve eğer yanılmadıysam yurt dışından emekli olduğunu tahmin ettiğim ve ilk bakışta olgun bir insan zannetme yanılgısına düştüğüm bir kişi karşımda oturuyordu.
Herifin karşısına oturduktan sonran insan olmanın gereği; “merhaba” deme gafletinde bulundum; herif selamımı almadı, bir müddet yarı anlamlı yarı anlamsız bakıştık. Sonra ilk sözü o aldı ve bana:
“ -Merhaba da ne demek? Selamünaleyküm desene!
Bir de sakallı, hacı adamsın!
Merhaba diye bir selam yoktur.”
Ben hiç beklemediğim böyle bir tepki karşısında şaşırmış, afallamıştım.
Anladım ki herif bana fetvâ makamından nağmeler sallıyor.
Bende şafak attı; zâten ters tarafımdan kalkmışım…
Sesimi yükselterek dedim ki;
– Nasıl selam verileceğini senden mi öğreneceğim!
Ardından bir ağız dalaşı; son sözü söyleyen yine ben oldum; -genellikle uslûbum değildir ama- ulan! dedim; zaten sizin gibiler yüzünden müslümanlık bu hâle geldi, bir sürü genç sizin gibiler yüzünden ateist, deist oldu…
Baktım herifte tık yok; öfkemi frenlemek, kendimi sakinleştirmek maksadıyla ayağa kalktım ve dükkânın içerisinde gezinmeye, raflara bakmaya başladım.
Bekledim bana ki bir şey söylesin ama herif belli ki zengin şımarıklığının verdiği küstahlıkla kendisinden zayıfları eziklemeye alışmış; baktı ki egosunu bende tatmin edemeyecek; hiçbir şey olmamış gibi davranmaya başladı.
Aslında toplumumuzdaki böyle tipleri çok iyi tanırım; dindarlık kisvesi altında ellere talkın verirler fakat çok af buyurun, ahlâkî ve islâmî yaşama hususunda evdeki kızlarına ve oğullarına bile söz geçiremezler.
Böyle tiplerle karşılaşınca aklıma 17. Asır Türk halk şairlerinden Kazak Abdal’ın şu dörtlükle başlayan taşlaması hep aklıma gelir:
Ormanda büyüyen adam azgını
Çarşıda pazarda insan beğenmez
Medrese kaçkını softa bozgunu
Selâm vermek için *kesan beğenmez.
***
Selam, toplumdaki kişiler arası iletişim ve ilişkilerin pekiştirilmesinde, kardeşlik, birlik ve beraberlik duygularının geliştirilmesinde şüphesiz çok önemli bir yere sahiptir. Bazen yaşadığımız apartmanların merdivenlerinde, cadde ve sokak aralarında karşı karşıya geldiğimiz ve hiç tanımadığınız insanlara bile gülümseyerek başımızı hafifçe eğmek; kimi zaman elimizi kalbimizin üzerine koymak bile basit bir selamlaşma şeklidir. Bundan başka kişilere karşı; günaydın, hayırlı günler, iyi akşamlar, nasılsın vb gibi hitap ifadeleri,kullanılış yeri ve maksadına göre basit selamlaşma şekileridir. En yaygın olarak kullandığımız selamlaşma şekli; selamünaleyküm, merhaba, selam vb.dir.
Bu kullanılış şekilleri nesil farkına (kuşak) göre de değişebilmektedir. Her şekilde rahatlıkla kullanılabilecek olan bu selamlaşma biçimlerine dinî ve ideolojik anlamlar yüklemek dilin tabii akışını değiştirmeye kalkışmak hiçbir kimsenin haddi değildir ve toplumdaki insanları ayrıştırmaktan başka bir işe yaramaz.
Selamın, karşılıklı (canlı) selamlaşma vazifesi dışında; selam etmek, selam söylemek, selam ol(mak) vb gibi birleşik fiilerle kurulan şekilleri de vardır. Bununla birlikte selam sözcüğü tek başına da kullanılabilmektedir.
Nitekim, Türk edebiyatınının güçlü kalemlerinden Nihal Atsız Bey, bir dörtlüğünü örneklendirdiğimiz Selam şiirinin tamamında aynı ideali paylaşan isimli isimsiz kahramanları övgü ile selamlar:
Gönülleri birleşenler selam sizlere!
Uzaklarda dertleşenler
Selam sizlere!
“Merhaba” kelimesine gelince o da bizim kültürümüzde bir selamlaşma biçimidir ve Arapça;“merhaben” kelimesinden dilimize ödünçlenmiş bir ünlem edatı ve hitap cümlesisidir. “Genişlik, (ferahlık) bolluk” (üzerinize) olsun anlamındadır.
Bana fetvâ vermeye kalkan herifin imâ etmeye çalıştığı gibi dinde yeri filan da yok değildir.
Süleyman Çelebî merhûmun, Vesilet’ün-Necât isimli eserinin halk arasında; “Mevlit” adıyla adlandırıldığı ve doğum, düğün,(sünnet, evlilik) ölüm vb gibi dinî törenlerimizde asırlardır “mevlit okutma” diye anıldığı herkesin malûmudur.
Süleyman Çelebi Merhûm, bu Mevlîd-i şerifin “Merhaba” bahrinde, Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV) ‘i dünyaya teşrifleri münasebetiyle içerisinde 24 defa “merhaba” kelimesi geçecek şekildeki beyitlerle selamlamıştır:
“Merhaba ey sırr-ı fürkan merhaba
Merhaba ey derde dermân merhaba”
Oradan aldığımız bu bir beyit sadece kısa bir örnektir.
Görüleceği gibi dilimizde, kültürümüzde var olan ve günlük hayattaki pratiklerimizde yaşayan her türlü selamlaşma şekli; “Eşref-i mahlûkât” namzeti olabilme vasfını taşıyan insanı önemseyen, ona değer veren hareket ve davranışlardır.
Şimdi….
Ömründe doğru dürüst kitap okumayıp, avâmî sokak ve kahve kültürüyle sağda solda bilgiçlik taslayanlar da bilsinler vesselam …
_________
*Kesan: Kimseler, kişiler, şahıslar
Etiketler: Kemal Çopuroğlu » Merhaba » Özyalvaç » yalvaçYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER