Son Dakika
Ortaokuldayım…Türkçe öğretmenimiz, yazılı imtihan neticelerini açıklıyor.
Hepimiz nefeslerimizi tutmuş, heyecanla bekliyoruz.
Bana sıra bir türlü gelmek bilmiyor.
Okunanlar içerisinde düşük not olmaması bana ümit ve teselli veriyor. O anki hâlet-i rûhiyemle bana çok uzun gelen bu süre nihâyet bir son buluyor ve Türkçe öğretmenim Suzan Hanım, ismimi okuduktan sonra kötü haber veren insanlara has bir yüz ifâdesiyle beni mânidâr biçimde süzüyor. Daha fazla heyecanlanıyorum ve kalp atışlarımı tok bir şekilde kulaklarımda hissediyorum.
Hoca bir şeyler söylüyor ama duymuyorum.
Sâdece:
“Efendim hocam!..” diyebiliyorum yutkunarak…
Hocam kaşlarını çatarak bana bağırıyor:
“Hocam yok! Öğretmenim diyeceksin!.. Ben sizlere kaç defa söylemedim mi?..”
Kendimi daha hırpalanmış hissederek:
“Tamam, öğretmenim!” diyebiliyorum ve ekliyorum:
“Yazılıdan kaç aldım acaba?”
“Demin söyledim ama duymadın, anlaşılan… İki aldın.”
Ben donup kalıyorum.
10 üzerinden yapılan bir değerlendirme sistemine göre, yeni nakil yaptırdığım bir okulda, yabancısı olduğum bir çevrede, henüz tanımadığım öğretmen ve öğrenciler arasında, en sevdiğim dersten, Türkçeden zayıf almıştım…
Hâlbuki ben çok iyi bir not bekliyordum ve âni bir çıkışla öğretmenime:
– Ben çok daha iyi bir not bekliyordum öğretmenim, diyebildim.
Beni yanına çağırdı, kâğıdımı çıkarttı,
“Bak…” dedi. “Yanıtlar yerine cevaplar yazarak ilk yanlışı burada yapmışsın.
Sonra sırayla devâm etti:
“Adıl yerine zamir, tümce yerine cümle, koşul yerine şart…”
Kullandığım pek çok kelimenin üzeri kırmızı kalemle çizilmişti. Verdiğim cevaplar doğruydu fakat öğretmenim sâdece kullandığım kelimeleri beğenmemiş ve bunlardan teker teker puan kırmıştı.
Öğretmenim devam etti:
– Ben sizleri Arapça, Farsça sözcük kullanmayacaksınız diye uyarıyorum, Öz Türkçe olanlarını öğretiyorum, yine de kullanmamakta ısrar ediyorsunuz…
Ben şaşırmış ve hiçbir anlam verememiştim. Kendimi savunabilecek yaş ve bilgiye sahip değildim. Sâdece “Ben bu okula yeni geldim, bilmiyordum öğretmenim; geldiğim okuldaki öğretmenim bize bunları öğretmedi…” diyebildim…
***
Daha sonra anladım ki Türkçe öğretmenimiz Suzan Hanım öğrencileri üzerinde bir devrim (!) yapmıştı.
Aslında bunun adı tam mânâsıyla dayatma ve zorbalıktı; ömrümün ileriki zamanlarında öğrencilik ve öğretmenlik dönemlerinde de bu nevi yobazlıklarla karşılaştım ama eskisi gibi kuru gürültüye pabuç bırakacak hâlim de yoktu artık…
***
Edebiyat öğretmenliğimin ilk yıllarında, 24 Kasım Öğretmenler Günü münâsebetiyle düzenlenen liseler arası ‘öğretmen’ konulu şiir ve kompozisyon yarışmasına katılan öğrencilerin çalışmalarını değerlendirmek üzere, yaşı kemâle ermiş Türkçe öğretmeni bir hanımefendinin başkanlığında toplanmıştık.
Öğrencilerden gelen bütün çalışmalar teker teker gözden geçirilerek bir ayıklama ile kayda değer olanlar ayrıldı. Sıra bunlar içerisinden bir seçim yapmaya gelmişti. İmam Hatip Lisesi’nin kız öğrencilerinden bir yarışmacı adayının “Zirvelerin Mahkûmları” isimli kompozisyonu çok anlamlı, dokunaklı olmakla birlikte kompozisyon kurallarına da çok uygun biçimde yazılmıştı. Ben jüriye bu kompozisyonu mutlaka değerlendirmeye almamız gerektiğini belirttim.
Jüri başkanı öğretmen hanım, isteksizce kâğıda bir göz attı ve dedi ki:
-Bu kompozisyon dereceye giremez…
Ben şaşırmıştım.
Sebebini sorduğumda, jüri başkanı öğretmen, kompozisyonun başlığında geçen; “mahkûm” kelimesinin Arapça olduğunu, bu sebeple değerlendirmeye bile giremeyeceğini belirtti. Jüride yer alan diğer öğretmenler de başkanı tasdik edercesine başlarını sallıyorlardı ve hepsi de yaşlarını başlarını almış, emeklilikleri gelmiş öğretmenlerdi. Ben ne olursa olsun, böyle bir saçmalığa izin vermeyecektim.
Jüri başkanına dönerek: “Mahkûm Arapça olmasına Arapça da kullanılamaz diye bir hüküm mü var hocam? Hüküm, mahkûm, hâkim, hakem, muhâkeme… Biz bu kelimeleri halk Türkçesinde, günlük hayatta çok sık olarak kullanmıyor muyuz?.. Bunlar asırlardır kullanılagelen ve artık Türkçeleşmiş olan kelimeler değil midir? Sırf Arapça menşe’li bir kelime kullanmış diye bu öğrenciyi cezalandırıp başarısını engelleyemeyiz!..
Genç yaşım ve meslekte yeni olmam sebebiyle kimse benden böyle bir çıkış beklemiyordu.
Kısa bir sessizlikten sonra, benim birinci olması yönünde teklifte bulunduğum öğrenciyi oy çokluğuyla üçüncülük gibi hak etmediği bir dereceye lâyık görmüşlerdi.
Ama en azından vicdânen müsterihtim; saçma sapan, akıl dışı ve kasıtlı bir bahaneyle değerlendirmeye bile lâyık görmedikleri bir öğrenci üçüncülük ödülünü almıştı.
Dilde dayatma, zorbalık, dil yobazlığı ve kelimelere sansür gibi fiiliyâtlarla bir kez daha karşılaşmıştım. Buna karşılık, Osmanlı Türkçesini bile “yabancı dil” zannetme gefleti-cehâleti içerisinde olan bu takıntılı öğretmen neslinin nihâyete ermesi, öğrencilerimizin istikbâli bakımından bir tesellîmiz olacaktı.
Etiketler: Dil Yobazları » Kemal Çopuroğlu » ÖzyalvaçYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER