Son Dakika
Dr.Öğr.Üyesi Bülent ÖZGÜL
Isparta Uygulamalı Bilimler Üniversitesi Yalvaç Meslek Yüksekokulu Öğretim Üyesi
(Geçen haftadan devam)
Swank tarafından geliştirilen Müvekkil Hipotezi Yaklaşımı’na göre, partilerin iktidarda olup olmamasına bağlı olmaksızın, yüksek işsizlik oranları sol partilerin; yüksek enflasyon oranları ise sağ partilerin popülaritesini arttırır (Swank, 1993: 56). Benzer bir bulguyu, ABD’nin İkinci Dünya Savaşından sonraki verilerini test eden Verstyuk da elde etmiştir. Yazara göre, seçmenlerin oy verme davranışlarını belirleyen temel faktör, enflasyon ve işsizlik sorunlarına ilişkin beklentilerdir. Yüksek enflasyon beklentileri sağ partilerin, yüksek işsizlik beklentisi ise sol partilerin göreli olarak daha fazla desteklenmesine yol açar. Bu çalışmada elde edilen bulgular, yazarın kendi ifadesi ile çok önemli bir sonucu gündeme getirmektedir. Politika yapıcıların seçiminde sadece genel yeterlilik düzeyleri değil, aynı zamanda politik öncelikleri de belirleyici rol oynamaktadır. Diğer bir ifade ile politik desteğin belirlenmesinde her ne kadar temel makro ekonomik sorunlar etkili ise de, partilerin iktisat politikaları hedeflerine ilişkin öncelikleri de son derece önemlidir (Verstyuk, 2004: 170).
Oy verme eğiliminin ekonomik sorunlara ilişkin beklentiler temelinde belirlenmesi, cari iktidarın ekonomik sorunlar konusundaki önceliklerini belirlerken çok dikkatli davranmasını zorunlu kılar. Örneğin, sadece işsizlik sorunu ile mücadele ederek enflasyonist eğilimlerdeki tırmanışa göz yuman sol bir partinin gelecek seçimlerdeki şansı azalabilir. Bu sonucun farkında olan iktidarlar, enflasyon ya da işsizlik sorunlarından birine öncelik verirken, diğer sorunu tamamen göz ardı etmemelidirler (Çinko, 2006: 111).
Temel Hedef Hipotezi Yaklaşımı da Powell ve Whitten tarafından ortaya konulmuştur. Yirmi yıllık bir zaman periyodunda (1969-1988) on dokuz ülkede gerçekleşen yüzden fazla seçimin sonuçlarını analiz ederek modern demokrasilerde ekonomik oylama konusunu inceleyen literatüre katkı sağlamak amacıyla gündeme getirilen bu hipoteze göre, siyasi iktidara yönelik destek, önceden vaat edilen hedeflere ulaşıldığı ölçüde sürer. Seçmenler tercihlerini belirlerken sol ve merkez partilerin işsizlik ile sağ partilerin ise enflasyon ile mücadele konusundaki başarılarını ölçüt alırlar. Bu çerçevede, sol ve merkez partilerin işsizlik, sağ görüşlü partilerin ise enflasyon ile mücadele hususunda sergilediği zayıf performans, cari iktidara yönelik desteğin geri çekilmesi sonucunu doğurur (Powell ve Whitten, 1993: 398-399). Görüldüğü gibi temel hedef hipotezine göre, iktidar süresinin sürekliliğini, partilerin temel hedeflerine ulaşma konusunda gösterdikleri başarı düzeyi belirler. Bu iddia seçmenlerin her zaman ideolojik önyargılar ile hareket etmeyeceği sonucunu doğurmaktadır (Çinko, 2006: 111).
Ekonomi ile seçmen davranışı arasındaki ilişkiye yönelik bir başka ayrım, Sezgin tarafından ortaya konulmuştur. Sezgin’e göre, ekonomik koşulların seçmen tercihlerini nasıl etkilediğini inceleyen ekonomik oy verme teorisi, oy verme fonksiyonu ile popülerlik fonksiyonundan oluşmaktadır. Bu iki fonksiyonun analiz alanı birbiriyle aynıdır, sadece analiz dönemleri birbirinden farklıdır. Oy fonksiyonu da popülerlik fonksiyonu da ekonomi ile seçmen tercihleri arasındaki etkileşimi incelemektedir. Oy fonksiyonu, seçim zamanında kullanılan oyları ele alarak ekonomik performans ile siyasi destek arasındaki ilişkiyi modellemektedir. Popülerlik fonksiyonu ise seçimler arasındaki dönemde partiler, parti liderleri ve ekonomik durum hakkında kamuoyunun düşüncelerini ölçen anketlerle analiz yapan çalışmalardır (Sezgin, 2007: 21).
Nannestad ve Paldam, ekonomi ile siyasi tercih arasındaki ilişkinin dört karmaşık boyutuyla değerlendirirler. İdrak süzgeci adı verilen ilk boyutta, seçmenler makro ve mikro ekonomi ile ilgili aldıkları bilgileri değerlendirirken idrak süzgecinden geçirirler ve subjektif kararlar verirler. Dolayısıyla aynı koşullardaki seçmenlerin değerlendirmeleri birbirinden farklı olur. İkinci karmaşık boyut, geçmişe yönelik veya geleceğe yönelik değerlendirme boyutudur. Temel soru, çoğunluğun ekonomi ile ilgili yapmış olduğu değerlendirmenin geçmişe mi yoksa geleceğe mi yönelik olduğudur. Yani, seçmenler hükümetin geçmişteki ekonomik performansına göre ya da hükümetin ya da muhalefetin gelecekteki performans vaadine göre değerlendirme yapabilmektedirler. Bu ilişkinin üçüncü karmaşık boyutu da, değerlendirmelerin birey eksenli veya toplum eksenli yapılıp yapılmadığına göredir. Seçmenler, tercihte bulunurken kendi ekonomik durumlarına ya da ülkenin genel ekonomik durumuna bakarak değerlendirmede bulunurlar. Son boyut da tersine nedensellik boyutudur. Buna göre, hükümetle ilişkisine göre seçmenler, ekonomik durumun ya olumlu yönlerini görecekler ya da bunun olumsuz yönleri üzerinden değerlendirme yapacaklardır (Nannestad ve Paldam, 2000: 126-128).
Ercins’in yaptığı çalışmada yukarıda farklı yaklaşımlar tarafından ortaya konulan sınıflandırmalar toplu bir şekilde kategorize edilmiştir. Ekonomik oy verme, temelde iki modelden, “retrospective-prospective voting” ve “sociotropic-egotropic voting”ten oluşuyor. Her modelin kendine ait iki alt modeli mevcut olduğundan dört farklı kombinasyon kurulabilmektedir. Birinci ana model, ekonomik faaliyetlerin süreçlerini ve bu süreçlerden geçmişteki dönemin mi yoksa gelecekteki olması muhtemel dönemin mi göz önünde bulundurulacağı bakımından iki alt modele ayrılır. Birinci alt model, parti tercihinin belirlenmesinde bireylerin ilgili partinin geçmişteki ekonomik faaliyetlerini değerlendirmeleri olarak adlandırılan geçmişi göz önünde bulundurarak oy verme modelini (retrospective voting) ifade etmektedir. Diğer alt model ise parti tercihi ilgili partinin gelecekte olmasını vaat ettiği ve programına dahil ettiği faaliyetlerin değerlendirilmesinin sonucu olarak (prospective voting) şekillenmektedir. Ekonomik seçim modelinin ikinci ana modeli ise, kişilerin ekonomik koşulları göz önünde bulundurmaları ile ortaya çıkmaktadır. Eğer kişiler parti tercihlerini belirlerken kendi ekonomik durumlarını öncelikli olarak göz önünde bulundurarak seçim tercihlerini belirlerseler ego-tropic seçim modeli ortaya çıkar. Eğer bireyler oy verecekleri zaman ulusal ekonominin durumunu göz önünde bulundururlarsa sosyo-tropik seçim modeli söz konusu olmaktadır. Ekonomik seçim modeli ile ortaya çıkan 4 farklı kombinasyon ise şu şekilde sıralanabilir: “egotropic retrospective”, “egotropic prospective”, “sociotropic retrospective” ve “sociotropic prospective”. “Egotropic retrospective” oy verme modelinde kişiler seçim tercihlerini yakın geçmişteki kişisel ekonomik durumlarını göz önünde bulundurarak belirleme eğilimindedirler. “Egotropic prospective” modelde ise kişiler tercihlerini kullanacakları zaman kişisel ekonomik durumlarının gelecekteki olması muhtemel durumunu değerlendirirler. “Sociotropic retrospective” oy verme modelinde parti tercihi ulusal ekonominin ve sosyal ekonomik durumun geçmişteki durumu göz önünde bulundurularak şekillendirilir. “Sociotropic prospective” modelde seçmen davranışını belirleyen temel faktör sosyal ekonomik durumun olması muhtemel durumudur. Burada sosyo-tropik belirleyiciler yapılan çalışmalarda genel olarak milli gelir, enflasyon ve işsizlik olarak tespit edilmiştir. Tabi burada göz önünde bulundurması gereken önemli bir husus seçmen davranışını etkileyen sosyoekonomik koşulların dolaylı olarak da kişisel ekonomik durumu etkilemesi ve ego-tropik oy verme eğilimine yol açmasıdır (Ercins, 2007: 26-27).
Bireylerin, yukarıda zikredilen yaklaşımlar çerçevesinde, ekonomik faktörleri göz önünde
bulundurarak oy kullanma durumundaki davranışları aşağıdaki tabloyla özetlenebilir:
İktidarın geçmişteki ekonomik
performansını değerlendirerek oy verme (retrospective voting) |
Gelecekteki ekonomik performans
beklentisine göre oy verme (prospective voting) |
|
Bireyin kendi ekonomik durumuyla değerlendirme yaparak oy vermesi (egotropic voting) | Bireyin iktidarın geçmişteki ekonomik performansını ve kendi ekonomik durumunu göz önüne alarak oy vermesi (egotropic retrospective voting) | Bireyin partilerin gelecekteki ekonomik performans vaadleriyle oluşan beklentisi ve kendi ekonomik durumunu göz önüne alarak oy vermesi (egotropic prospective voting) |
Bireyin genel ekonomik durumla ilgili değerlendirme yaparak oy vermesi (sociotropic voting) | Bireyin iktidarın geçmişteki ekonomik performansını ve genel ekonomik durumu göz önün alarak oy kullanması (sociotropic retrospective voting) | Bireyin partilerin gelecekteki ekonomik performans vaadleriyle oluşan beklentisi ve genel ekonomik durumu göz önüne alarak oy kullanması (sociotropic prospective voting) |
Bu konuyla ilgili olarak değerlendirilecek son yaklaşım biçimi Telatar’ın çalışmasında ele alınmıştır. Politik devresel dalgalanmalar yaklaşımını inceleyen Telatar’a göre, seçmen davranışlarına ilişkin varsayımlar dikkate alındığında, literatürün rasyonel beklentiler öncesi ve sonrası olmak üzere iki evrede geliştiği görülmektedir. Rasyonel beklentiler öncesi evrede yer alan “oportünistik” ve “partizan (ideolojik)” devresel dalgalanma modellerinde, seçmenlerin uyarlayıcı beklentilere sahip olduğu, oy verme kararlarını geçmişe yönelik olarak verdikleri varsayılmaktadır. Ayrıca, her iki modelde, partilerin politika enstrümanları üzerinde kontrole sahip olduğu, politikanın etkinliği ve partilerin amaçlarını yeterli ve etkin biçimde izledikleri kabul edilmektedir. “Rasyonel oportünistik” ve “rasyonel partizan” olarak isimlendirilen rasyonel beklentiler sonrası modellerde ise, seçmenlerin rasyonel olduğu ve oy kararlarını geleceği de dikkate alarak verdikleri varsayılmaktadır. Seçmen davranışlarının tanımı konusundaki farklılık, modellerde açıklanan devresel dalgalanmaların niteliğine, sürekliliğine ve büyüklüğüne ilişkin öngörüleri de farklılaştırmaktadır. Seçmenlerin rasyonel kabul edilmediği modellerde ortaya çıkan devresel dalgalanmalar, rasyonel seçmenlerin var olduğu modellerden daha şiddetli ve daha uzun süreli olmaktadır (Telatar, 2004: 54).
Politik devresel dalgalanmalar üzerine literatür, parti davranışları konusunda yapılan varsayımlar itibariyle de iki gruba ayrılabilmektedir. “Oportünistik” ve “rasyonel oportünistik” modellerde, partilerin tek amaçlarının iktidara gelmek veya iktidarda kalmak olduğu varsayılmaktadır. Sözkonusu modellerde, iktidar partisinin seçim öncesinde istihdamı arttırmakamacıyla ekonomiyi manipüle edeceği, seçim sonrasında ise daha önce izlenen politikaların yarattığı enflasyonist sonuçları ortadan kaldırmaya yönelik politikalar izleyecekleri öngörülmektedir. “Partizan” ve “rasyonel partizan” modellerde ise, partilerin esas amaçlarının kendi seçmen gruplarının yararına sonuçlar yaratacak politikalar izlemek olduğu varsayılmaktadır. Burada, politik partiler siyasi yelpazenin sol veya sağında yer almalarına bağlı olarak, istihdam artışı ve enflasyon problemlerine farklı ağırlıklar vermekte ve kendi seçmen gruplarının tercih ettiği politikaları izlemeyi amaçlamaktadırlar (Telatar, 2004: 54-55).
Ercins’e göre, Türkiye açısından ekonomik seçim teorisinin seçmen davranışı üzerindeki etkisinin en belirgin açılımı “retrospective” oy verme modelidir. Yani, seçmen geçmişteki ekonomik performansa bakarak hareket etmektedir (Ercins, 2007: 28). Potansiyel önemine rağmen Türkiye’de “retrospective” oy verme modeli üzerine yapılan çalışma yetersizdir. Bireysel düzeyde Sencer, yaptığı araştırmasında Türkiye’de insanların oy verirken geleceği göz önünde bulundurmaktan çok geçmişteki ekonomik durumu dikkate aldıklarını öne sürmektedir (Sencer, 1974: 277-278).
Akgün’e göre, Türkiye ile ilgili bulgular göstermektedir ki, hükümetteki partilerin oyu ekonomideki fiyat hareketlerine (enflasyona) bağlı olarak önemli ölçüde değişmektedir. Ekonomik büyüme hükümetlere siyasal desteğini devam ettirmede avantaj sağlamaktadır, ama bunun etkisi nispeten azdır. (Devamı var)
Etiketler: araştırma » Dr.Öğr.Üyesi Bülent Özgül » ekonomi » Özyalvaç » siyasetYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER