Son Dakika
TBMM’de süren bütçe görüşmelerinde partisi adına söz alan Aylin Cesur, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi üzerine yaptığı konuşmada, hükümete ve medyaya sert sözlerle yükledi.
2019 bütçesinin yatırım değil, harcama bütçesi olduğunu savunan Cesur, şunları söyledi:
“Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi üzerine konuşmak üzere huzurlarınızdayım.
Önceki konuşmamda, Türkiye Cumhuriyeti kurulalı beri görev alan hükûmetlerin tamamının ülkemize kazandırdıklarına değinmiştim ve Devlet Su İşleri bütçesi üzerine konuştuğum için, doğal olarak 9’uncu Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel’den ve onun eserlerinden de söz etmiştim. Bolu Tüneli’ni de saymış, hatta “Marmaray’ın dahi altında imzası var.” da demiştim.
Havuz medyası buna içerlemiş ve benimle ilgili “yalancı” filan diye haberler yapmış. Gönderdiğim belgeleri de yayınlamadılar, onun üzerine biz de belgelerle burada cevap verelim istedik.
Bolu Tüneli’nin yapımına 49’uncu Hükûmette, Demirel’in Başbakan olduğu hükûmette başlanmıştır. 27 Aralık 1992, gördüğünüz gibi, Süleyman Demirel ve Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü beraberce temel atma törenindeler. Arkada da burada proje…
Yine, Başbakan Demirel, 1-5 Aralık 1992’de Japonya’ya gider, 10 milyar dolarlık paket sunar İstanbul tüp geçidinin de içinde olduğu projelerle ve müzakereler sürer daha sonrasında ve 15 Şubat 2000 tarihli Resmî Gazete’de Marmaray için Japonlarla anlaşma olduğu yayınlanır -şurada, evet, şurada- ve Cumhurbaşkanı Demirel ve Başbakan Bülent Ecevit; bir koalisyon hükûmeti var. Burada diğer belgeler var. Dolayısıyla, merak edenler için, özellikle televizyondan izleyenler için söylüyorum; sosyal medya hesaplarımda tüm belgeler detaylarıyla yayınlanmış vaziyette.
Sayın milletvekilleri, tabii, biz çok şey öğrendik ama kendisinden en çok da bu milletin kürsüsünde, Meclisin kürsüsünde milletin karşısına belgelerle çıkmak gerektiğini öğrendik. Bunları yaparken ne yaptılar biliyor musunuz? Aynı zamanda devleti milletiyle ve birbirleriyle ayrıştırmadan yaptılar, anayasal hukuk devletlerinin gereklerine uygun olarak yaptılar. Büyük Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetimiz kurulalı beri taş üstüne taş koyan kim varsa herkesten, hepsinden Allah razı olsun, yüce Allah’tan hepsine, hayatta olmayanlara rahmet diliyorum, hayatta olanlara sağlıklı uzun ömürler diliyorum.
Şimdi, madem yapılanlardan söz etmemiz çok fazla hoşunuza gitmedi, o zaman biraz da satılanlardan söz edelim bugün. Geldiğinizden beri 62,5 milyar doları bulan özelleştirme yaptınız. Cumhuriyetin kuruluşuna tanıklık eden en güzide kuruluşlar birer birer satıldılar. Özelleştirmeye karşı değiliz ama her şeyin makulü ve esas olanı, esasları önemli, nasıl yapıldığı önemli. On beş yılda kamunun elindeki en değerli 10 liman, 81 santral, 40 işletme, 3.483 taşınmaz, 3 gemi, 36 tane maden sahası yerlilere ve yabancılara satıldı. TÜPRAŞ ve PETKİM gibi hem kâr eden hem de ülke açısından son derece stratejik öneme sahip kuruluşlar 6,2 milyar dolara elden çıkarıldı.
Son üç yılda Elektrik Üretim Anonim Şirketinin elindeki 20’den fazla baraj yaklaşık 1,9 milyar dolara satıldı. Şimdi, Yeni Ekonomi Programı’na bakıyoruz ve hedeflere göre önümüzdeki dört yılda elde kalan son kamu mallarını da satıp 48 milyar liralık özelleştirme geliri elde etmeyi planlıyorsunuz. Bunun içinde hidroelektrik santralleri var -sayamayacağım- köprüler; Boğaziçi, Fatih Sultan Mehmet köprüleri; Antep, Şanlıurfa, İzmir, Ankara çevre yolları, Türkiye Denizcilik İşletmelerinin yüzde 51 hissesiyle özelleştirilen değerli arsa, arazi binaları; Sümer Holdingin Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki sigara fabrikası dâhil fabrikalar, işletmeler, şeker fabrikaları… Şimdi 14’ü satışa çıkarıldı, 12 tane daha şeker fabrikası geliyor. Yani buna aslında bir mirasyedi programı desek çok da yanlış bir şey yapmış olmayız.
Şimdi, konumuz, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesi. Kadın yoksulluğu ve kadına şiddet konusunda bu kürsüde ben çok fazla konuşma yaptım. Sizleri tekrar aynı rakamlara boğmak istemiyorum. Her şeyden daha fazla önemsiyoruz ve kadınların işsizlik oranlarının bugün erkeklerden çok daha fazla olduğunu hepimiz biliyoruz. Bütçe en önemli şey elbette yürütme organı için.
Şimdi, 2017 yılı merkezî yönetim bütçesi içinde Aile ve Sosyal Politikalara Bakanlığının payı yüzde 4’tü. 2018 yılında bu oran yüzde 3,5’a inmiş. Ben buradan üzüntülerimi ifade etmek istiyorum. Bence yürütmenin elinde bütçe olmalı ki daha çok işler yapılabilsin.
Alınacak tüm önlemlerden en önemlisi de bana göre eğitim konusu. Şimdi, çocuklarımızın okullaşma oranı TÜİK verilerine göre azalmakta. Sosyal güvenceden mahrum olarak çalışan çocuklarımız iş cinayetlerine kurban gidiyor ve 2 milyona yakın çocuk eğitimden mahrum, bunun 1 milyonu da çalışıyor maalesef. Son on yılda çocuk istismarı davaları yüzde 700 artmış ve 18 yaşın altındaki 400 bini aşkın kız çocuğu da evlendirilmiş. Şimdi, ben sormak istiyorum: Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı bütçesinde kadına yönelik şiddetin, çocuk istismarının önlenmesi için bu konuda herhangi bir kaynak ayrılmış mı? Ve bakanlığın bütçesinde kadınla ilgili birim için ayrılan paranın binde 1 oranında olduğunu görüyoruz. Şimdi, bu konuda, tabii, daha çok olması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.
Yine, Engelli ve Yaşlı Hizmetleri Genel Müdürlüğü konusuna değinmek istiyorum. Yeni açıklanan İkinci 100 Günlük Plan’da Aile Bakanlığı bölümünün ilk maddesinde 2019 yılının yaşlı yılı ilan edilmesi öngörülmüş. Çok destekliyorum. Şimdi, Cumhurbaşkanlığı yönetim sisteminde birleştirilen, görevi içinden çıkılmaz bir hâle gelen bakanlıklardan biri bana göre Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı. Bu Bakanlığımızın genel müdürlüklerinden birisi de “Engelli ve Yaşlı Hizmetleri” olarak adlandırılmış. Şimdi, Sayın Bakanımız yeni ve kendisi muhtemelen bunun sorumlusu değiller ancak yaşlılar ile engellileri aynı kategoriye koyarak ikisine birden hizmet vermeye çalışmak hangi aklın sonucu bilmiyorum. Bu iki kesimin sorunları ve çözüm önerileri de ortak değil ki. Aynı müdürlükte neden birlikte düşünüldüler? Şimdi bu bana şunu hatırlatıyor: Bir zamanlar İzmir’de körler ve sağırlar okulu açılmıştı. Demişlerdi ki: “Sağırlar görüyor, körler işitiyor; onlar birbirlerine destek olsunlar.” Ama kazın ayağı öyle olmadı, 1950’li yıllarda bu bozuldu ve Millî Eğitim Bakanlığına bağlandı, o zamandan beri ayrı ayrı okullar olarak işliyor.
Şimdi, özürlüler araştırmasına göre Türkiye’de toplam nüfusun içinde engellilerin oranı yüzde 12, sayıları 10 milyonu buluyor ve nüfusumuzun giderek yaşlandığı da dikkate alındığında, bu iki kesimin ayrı ayrı örgütlenmelerinin doğru olduğuna inanıyorum.
Gelelim memurlara: Memur aylıklarına, son olarak, temmuzda yüzde 3,5 artış yapılmış. Enflasyon oranının artmasına bağlı olarak memurların ve emeklilerin yüzde 7,17 oranında alacakları mevcut. Memur ve emeklilerin aylıklarını düzenleyen 4’üncü toplu sözleşme 2019 yılı Ocak ayı için yüzde 4, Temmuz ayı için yüzde 5 artış öngörmüştü. Oysa 2019 yılı enflasyon tahmini yüzde 15,9. Bu ne demek oluyor? Bu, şu demek oluyor: Demek ki bu toplu sözleşme çöktü, tekrar yenilenmesi gerekiyor, revizyona uğraması gerekiyor. 2018 yılı kayıplarının, yılbaşı öncesi memurlara ödenecek bir ikramiyeyle karşılanması bana göre mümkün. Bütçe teklifinde yok ama bunu da dikkate almak gerektiğini söylemek istiyorum.
Bir diğer konu “hizmetli” olarak bildiğimiz, bugün sayıları 110 bin civarında olan yardımcı hizmetler personeli. Şimdi, bunların yaptığı işler taşeron işçilere devredildi bir KHK’yle ve buradaki personel, eğitim durumlarına göre, başka işlerde kullanılıyor. Zaten eğitimlerini de yenilediler bunlar zaman içerisinde. Şimdi ben, burada, sayıları 110 bini bulan çok ciddi bir sayıda vatandaşımızdan bahsediyorum; bunların fiilen, eğitim durumlarına göre, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığımızda memur kadrolarına geçirilmelerinin uygun olduğunu düşünüyorum ve öneriyorum.
Değerli milletvekilleri, belki aya şu meşhur 4 şeritli yol yapılamadı ama israfta aya çıkıldı, doğal gaz, benzin ve temel tüketim mallarında da uzaydayız çok şükür. İşsizlik oranlarımız enflasyon gibi her ay düzenli olarak artıyor. Resmî rakamlara göre, 3 milyon 715 bin işsiz var, gerçekte 10 milyon olduğu tahmin ediliyor.
Şimdi, 2002 ve 2018 tarihleri arasında fondan 6 milyon 182 bin 363 kişiye 20 milyar 657 milyon 493 bin lira ödeme yapılmış. İşsizlik ödeneği için toplanan para, kamu bankalarının sermaye yetersizliğini düşürmek için düşük faizle bankalara ödünç verildi. Yarın İşsizlik Sigortası Fonu’ndaki para bittiğinde yani musluklar kesildiğinde ne yapacaksınız? Vallahi ben kara kara düşünüyorum, Allah kolaylık versin. Kamu kaynaklarını kullanarak faizleri düşürmeye çalıştığınızı, göstermelik hazine borçlanma ihalelerine sadece kamu bankalarının teklif verdiğini hepimiz biliyoruz. 18 yaş üstündeki nüfusumuz 55 milyon ve 28 milyon icra dosyası var. Bu demek ki 2 kişiden 1’i icralık.
Bakınız değerli arkadaşlar, 1 kilo kıyma için Almanya’daki işçi 34 dakika, Türkiye’deki işçi beş saat çalışmak zorunda kalıyor. Peki, sonuç olarak, gelinen nokta ne? Türkiye’den 2017 yılında 253.640 beyin göçü gerçekleşti yani insanlar kaçıyorlar buradan.
Özellikle gençler ülkemizden kaçıyor çünkü geleceğe karşı umutsuzlar.
Sorun sadece işsizlik ve para değil arkadaşlar. Mesele demokrasi, mesele özgürlük, mesele insan hakları ve mesele hukukun üstünlüğü.
Ve bir diğer konu: Sağlık Bakanlığı verilerine göre, ülkemizde yaklaşık 9 milyon kişi ruh ve sinir hastalıkları nedeniyle doktora başvuruyor yani dokuz yılda antidepresan kullanımında yüzde 160 artışla rekor kırmışız yine. Bunun başvuru nedenleri not edilmiş; yoksulluk, işsizlik, göç, travmalar, toplumsal çatışmalar ve gelecek kaygısı.
Şimdi, geçen sene 3.069 kişinin intihar ettiğini de belirterek artık gerçekten, toplumumuzun sesine, artık çatlayan bu sese kulak vermemiz gerektiğini, hep beraber buradan çözüm üretmemiz gerektiğini düşünüyorum.
Ve değerli arkadaşlar, 2019 bütçesi “Ayağını yorganına göre uzat.” sözüne inat, yatırım değil harcama bütçesi. Umarım olmaz ama bu bütçede bu giderler oldukça ve bu müsriflik devam ettiği sürece, bırakın Türk kaynaklarını, borç alacağımız kaynaklar da tükenecek. Bu bütçelerle, bırakın yeni üretim yapacak yatırımların önünü açmayı, bu faiz politikalarıyla ülke maalesef mevcut üretim kapasitesinden de uzaklaştı, uyguladığınız para ve mali politikalarla ülke üreten değil tüketen ekonomi oldu. “Yarın ne olacak?” kaygısının hüküm sürdüğü bir ülkede sanayileşme gerçekleşemez, oysaki ilacımız üretim ve sanayileşme.
Şimdi, istikrar önemli ve istikrarı, siyasi istikrarı kuvvetler ayrılığının kalkması ortadan kaldırıyor. Yani öncelikle hukuk devletinin tesisi esas.
Hükûmetler geçici değerli arkadaşlarım, ebet olan Türkiye Cumhuriyeti devletidir ve devletimizin yolu açık, milletimizin bahtı yaver olsun diyor, hep beraber daha iyi bütçeler yapabilmeyi Yüce Allah inşallah bize niyaz eder diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum.”
Etiketler: Aylin Cesur » İyi Parti » TBMMYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER