Son Dakika
(Geçen sayıdan devam)
Ünlü yazar Ahmet Şerif’in Anadolu’nun çeşitli yerlerinde gerçekleştirdiği gezi yazılarından oluşan Anadolu’da Tanin kitabındaki Yalvaç bölümü oldukça ilginç bilgilerle dolu.
Yazının ilk bölümünü okumak için tıklayınız…
Yazının ikinci bölümünü aşağıdan okuyabilirsiniz:
«Bu sene martta köyümüze yakın olan Hisarardı köyü ile Yalvaç’ın Kızılca Mahallesi’nde çiçek hastalığı baş gösterdi. Çocuklarımızın aşılanması için devlete, kaymakama başvurduk. Kaymakam «paramız yoktur, aşı memuru nereden gelecek, sizin çocuklarınızda çiçek varsa ben ne yapayım» diye bizi kovdu. Bundan bir ay sonra nisan içinde korktuğumuz başımıza geldi, köyde günde on yaşına kadar olmak üzere on, on beş çocuk ölmeye başladı, tekrar kaymakama gittik, yalvardık. Anlaşılan kaymakam bey böyle her gün on, on beş çocuğun ölmesinden korkmuş olmalı ki, bize Isparta’ dan aşı memurunun getirtilmesi için bir dilekçe yazıp vermemizi emretti. Yazdık verdik. Bir hafta sonra aşı memuru geldiyse de, hastalık bir aydan beri köyde çocuk bırakmayarak iki yüz elli, üç yüz çocuğu götürdükten sonra hekim aşılayacak çocuk bulamadı. Daha evvel belediye doktorunu aradık köye gelmek için bizden çok para istedi, biz bu kadar para veremeyeceğimizi söylediğimizden saklandı bulamadık. Bugün köyde on beş yirmi çocuktan başka kalmadı.»
«Köye jandarmalar, tahsildarlar gelir, köylü zaten misafir sevdiğinden bunları doyurmayı kendisine bir görev bilir. Fakat bu adamlar bununla yetinmezler, kuzu kestirirler, hayvanlarına zorla yem alırlar, köylünün her şeyinde gözleri vardır. Yerler içerler, beş para vermeksizin giderler. Jandarma kasabada oturmaktan ise günlerce köylerde gezmeyi canına minnet bilir. Çünkü bir para harcamaz, hatta geçende köye gelen jandarmalar bütün bunlardan başka içecekleri rakının parasını bile bize verdirmek istediler.»
«Efendi, hangi birini söyleyeyim, derdimiz bir değil, doğruyu anlamak istersen, hükümet bize bakmıyor, köylüyü düşünmüyor, bekliyoruz: Her şeyin iyi olmasını, memurların doğru iş görmesini bekliyoruz. Şimdiye kadar çekmekte olduğumuz zulmü o kadar anlayamıyorduk, zannediyorduk ki, kanunlar böyledir. Fakat bir seneden beri işleri, az çok dünyayı anlamaya başladık. Mesela Rumeli’de başka türlü çalışmalar var, gazete okuyarak gidişi anlamaya çalışıyoruz. Bunun için devletin evvelki gibi iş görmesi bizi şimdi pek bunaltıyor.»
«Kazamızda öyle bir kaymakam var ki, durumumuzu derdimizi bildirmeye gitsek hep sert bir çehre ile bizi kovar, sanki karşısındaki bir hayvan imiş gibi olmayacak hakaretler eder. Geçende devletin her yerde köylülere tohumluk için para verdiğini haber alarak gittik, bizi «ne parası, siz de insan mısınız, ben sizi o köylerden koğarak yerinize başkalarını oturtacağım» diye başından savdı. Bir mal müdürü var, hakkında şikayetler ettik, hiçbir taraftan dinlenmedi. Bu hükümete nasıl emniyet edelim; çalışır, bütün sene durmayıp işleriz, yine karnımız tamamiyle doymaz, kesemize beş para girmez…»
Bir Anadolu köylüsünün ağzından çıkıp olabildiği kadar aynen yazmaya çalıştığım bu sözlere karşı, bu durumun Sultan Hamit hükümeti döneminde olduğunu, bugün milleti düşünür büyük bir padişahımız olduğunu, şimdiki hükümetin, memurların, milletin iyiliğinden başka bir şey düşünmediklerini, fakat her şeyi hükümetten beklemeyerek kendilerinin de teşebbüsleri gerektiğini, hele köylüler arasında her zaman birlik gerekli olduğunu, haksızlığa, zulme karşı boyun eğmenin alçaklık olduğunu, yarın kendimizi, durumumuzu bugünden daha iyi bir halde göreceğimizi söyledim.
İhtiyar köylü: «Birlik… Aramızda beraber olmak… Biz bunun tadını tattık. Yakın vakitlere kadar hayvanlarımızı, davarlarımızı kapıdan dışarı çıkaramazdık, hemen çalarlardı, devlete şikayetler ettik, hiç bir şey olmadı. Köye gelen jandarmalar, daha evvelden geleceklerini köydeki uğursuzlara, hırsızlara haber verdiklerinden onlar kaçarlardı. Sonra jandarmalar gelip bizim şikayet ettiğimiz adamları bulamayınca bizi azarlarlar, köylülerin yalancı olduğunu söylerlerdi. Baktık ki, olmayacak… Hepimiz bir araya geldik, birlik olduk. Şimdi birkaç aydan beridir, kendi dikkatimiz sayesinde hayvanlar serbest gezdiği gibi, geceleri açıkta kalırlar, Allah’a şükür hiçbirisinin çalındığı yoktur» dedi. Köylüler sessiz, hareketsiz duruyorlar, kim bilir ne düşünüyorlardı?
Akşam olmuştu. Artık gitmek… Bu içten sohbet meclisinden ayrılmak gerekmekteydi. Kendilerine olabildiğince güven vermeye çalıştığım, ümit etmelerini, özellikle çocukların okuması ile ellerinden geldiği kadar uğraşmalarını, okumaya askerlikten kurtulmak amacıyla değil, adam olmak, yaşamak için heves etmeleri gerektiğini söyledim. Ve bu sade dil adamların sönmüş kalplerinde bir umut meşalesi, bir teselli bırakmayı başardığımı gözlerindeki parlaklıktan anlayarak onları terk ettim.
Yalvaç’ta geçirdiğim günlerde memurlardan, her sınıf halktan görüştüğüm kimseler genellikle kaymakamın, mal müdürünün kötü idaresinden, zulümlerinden, hele mal müdürünün birçok fenalıklarından bahsettiler. Gerçekten kaymakamın aciz, iktidarsız bir memur olduğu konuşmasından anlaşılıyor. Geçenki mektubumda yazdığım gibi kaymakam kendisine verilen bir dilekçenin anlamını çıkaramayarak hangi daireye gönderilmesi gerektiğini anlamak için bir tereddüt devresi geçirir. Köylünün, yoksul halkın çalışmalarının sonucunda zengin olmuş üç, beş etkili kimseyi korur. Bu beş, on kişi ayrı olmak üzere bütün Yalvaç kazası halkı kaymakamdan şikayetçidir. Şimdi hükümet, bu memuru tabii bir lüzum üzerine Nallıhan’a naklediyor. Bu nasıl bir idaredir ki, iki seneden beri Yalvaç’ta hiçbir iş görmeyen, kimseyi memnun edemeyen, yaşlı, hikaye anlatmaktan başka bir şey bilmeyen bir kaymakamın, diğer bir kazada iş göreceğini sanarak böyle bir ele koca kazayı teslim ediyor. Bu anlaşılmaz bir muammadır. Bu memur Nallıhan’a da gitse yine o adamdır. Burada yaptığını fırsat bulunca orada da yapacaktır.
Söylentilere göre mal müdürünün rüşvet ve diğer hareketlerden dolayı adliye idaresi müstantıklarınca 34 hakkında birkaç kere tahkikat yapılarak bu işi yaptığı ispat edildiği halde yine bir şey yapılamıyor. Hayvan vergisi toplanmasından köy imamları ve muhtarlarının payına düşen paranın senetlerini yaptırarak idare meclisine de onaylattıktan sonra bu paranın verilip verilmeyeceğini mebuslar meclisinden soracağı gibi cevaplarla ilgilileri kovuyor ve adı geçen parayı kendisi alıkoymak istiyor. Bu adamın anlatılan buna benzer kötülükleri pek çoktur. Sonra halk bu memurdan şikayet ediyor. Her nasılsa bir defasında işin üzerinde duruluyor, hakkında araştırma yapmak için görevliler geliyor, bunlar güya araştırma yapıyorlar, içiyorlar, hoş geçiniyorlar ve gidiyorlar. Hiçbir şey çıkmıyor. Bu mal müdürünü şimdi Isparta sancağının mutasarrıf vekili de olan muhasebeci bey valiye karşı açıkça koruyor, denilmektedir. Kaymakam, mal müdürü hakkındaki araştırma belgesini kendi masasında günlerce saklayarak idare meclisi müstantıkına vermiyor, Isparta’ya, muhasebeciye göndermeye çalışıyor; çünkü belge oraya giderse müdür kurtulmuş demektir.
Yalvaçlılardan biri ıslahat yapılacak, mahkemeler, daireler düzene konulacak, hepsi olacak…
Fakat bunlar birden bire olamaz, zaman gerekir diyorlar, pek iyi, biz de bu zamanı bekliyoruz, sabrediyoruz; lakin, hiç olmazsa bütün kötülükleri meydanda olan böyle adamları gözümüzün önünden aşırsalar, hükümet bir taraftan iyiliğe çalışırken diğer taraftan işi böyle memurlara bırakmasına aklımız ermiyor diyor ki, bu sözler acı bir gerçeği ortaya koyuyordu.
Hükümet bu memurları temizlemezse bir gün gelecek ki, onun yapamadığını halk yapmaya kalkışacak ve devrimin başlangıcındaki hücumdan daha şiddetli bir şekilde bu memurları kollarından tutarak atacaktır. Buna emin olmalıdır. Hükümet doğal olarak bunu istemez.
Öyleyse bir an evvel halka güven vermek için bu işlerin gereğine bakmalıdır. Çünkü artık söz zamanı geçmiş, iş zamanı gelip çatmıştır.
Ahmet ŞERİF
Etiketler: Ahmet Şerif » Anadolu'da Tanin » yalvaç
Yorum yapabilmek için Giriş yapın.