logo

reklam

Homeros, Fatih Sultan Mehmet ve Atatürk


Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI
mehmetozhanli@sdu.edu.tr

Prof.Dr. Mehmet ÖZHANLI

 

Bir toplumun uygarlaşması, üzerinde yaşadığı kendisine yurt, ülke edindiği toprakları; ırklardan, ideolojilerden uzak, bütün geçmişiyle ve renkleriyle sahiplenmesiyle olur. Coğrafi olarak dünyanın merkezi denilebilecek Anadolu, tarihin hemen hemen her döneminde uygarlığın da önemli merkezlerinden biri olmuştur. Yüzey şekilleriyle, yeraltı zenginlikleriyle iklimiyle ve bitki örtüsüyle Paleolitik Dönem ’den itibaren, canlı yaşamına en elverişli ortama sahip olan, Anadolu’da dünyanın ilk anıtsal tapınağı inşa edilmiş ve Neolitik Dönemle birlikte büyük kentler ve bu kentlerde yüksek uygarlıklar ortaya çıkmıştır. Hititler, Anadolu kültüründen beslenerek, dünyanın ilk imparatorluk düzeyine ulaşmış halkları arasına girmişlerdir. Bu topraklar, Demir Çağı’nda Urartu, Frig, Geç Hitit ve Lidya gibi dünya uygarlıkları arasında isimlerini ilk sıralara yazdırmış devletlerin ana yurdu olmuştur. Perslerin, Büyük İskender’in, Helenistik Kralların ve Romalıların kurdukları büyük imparatorlukların kalbini yine Anadolu oluşturmuştur. Selçuklu, Beylikler, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti; Anadolu’daki tarihsel sürecin bize ait bölümünü meydana getirmektedir. Bu cennet topraklar, yurdumuz, ülkemiz, vatanımız, canımız ve her şeyimiz. MS 1071 yılında bir bölümüne ve 1453 yılından itibaren tamamına sahip olduğumuz bu topraklarda, 569 yıldır egemen olarak yaşıyoruz. Doğu Roma İmparatorluğundan sonra Anadolu’ya en uzun süre egemen olmuş ve olmaya devam eden bizler, acaba Anadolu’yu her şeyiyle benimseyip, özümseyerek sahiplenebildik mi? Yerleşik hayata geçebildik mi? Bu toprakların geçmişini ne kadar biliyoruz? Geçmişinden ne dersler çıkardık; ne ilham aldık? Bu, vb. binlerce soru sorulabilir… Sorulara, herkes makamına, yetkisine, zenginliğine, bulunduğu ortama, eğitim düzeyine ve inandığı ideolojiye göre kendince cevaplar verebilir. Ancak, bu sorulara, duygusallıktan ve ırkçılıktan uzak cevaplar verildiği takdirde doğru sonuçlara ulaşılabilir.

Yerleşik hayata geçmek; konutlar, gökdelenler, köyler ve kentler inşa etmek anlamına gelmiyor. Yerleşik hayata geçmek, uygarlaşmaktır. Uygarlaşmak, içgüdüsel davranışlarından uzaklaşıp akıl ve mantıkla hareket edebilmektir. Sahiplenmek, yaşadığın yeri, ülkeyi benimseyip ona en narin sevgili gibi; bir ömür ve belki de binlerce neslinin burada yaşamaya devam edeceğini düşünerek davranmayı gerektirir. Tarım arazilerini yerleşime açan, devletin verdiği destekleri alarak hayvancılığı küpe (!) üzerinden yapan; dağları, su kaynaklarını hunharca kullanan,  yarın göçecekmiş gibi doğayı, bitkileri, ağaçları ve diğer canlıları yok eden toplumlar kesinlikle yerleşik hayata geçememiş ve yaşadığı toprakları gerçekten yurt olarak benimsememiş demektir. Yaşadığı ülkede bulunan antik kentleri, “gâvur” eseri olarak tanımlayan; tarihi eserleri define olarak düşünen ve bu eserleri dinamitlerle patlatıp yok eden toplumlar, yerleşik hayata geçememiştir. Bunlar, kendi evlerini soyan hırsızlardan farksız değildir.

Fatih Sultan Mehmet ve Mustafa Kemal Atatürk gibi dehalar, bilinçli ve bilgili olarak Anadolu’nun geçmişini; kurdukları devletlerin geçmişi olarak kabul etmiş ve bu topraklarda yaşanan her şeyi iyisiyle, kötüsüyle benimsemiş ve sahiplenmişlerdir. Ve bu köklerden filizlendiklerini bütün dünyaya ilan etmişlerdir. Fatih Sultan Mehmet’in, dönemin Papasına yazdığı mektupta Roma’nın kurucusu Troya’lı Kahraman Aineias’a atıfta bulunarak köken birlikteliğine vurgu yapması, yerellikten kurtulmuş evrensel bir liderin ışığını yansıtır. 1453 yılında, Homeros’un destanlarını okumuş olan bu ileri görüşlü insan, Anadolu’yu bütün geçmişiyle sahiplenmiş ve kendisini bu tarihin bir devamı olarak görmüştür.  Tunç Çağı’nın sonlarında yaşandığı düşünülen Troya Savaşını bilen; Troya’lı Kahraman Hektor’un öcünü almayı kendisine vazife edinen Mustafa Kemal Atatürk’ün bu toprakların geçmişini nasıl sahiplendiğini izaha gerek yok. Ama maalesef bu gün bakıldığında hala Fatih’in ve Atatürk’ün düşünce düzeyine ulaşamamış bir toplumla karşı karşıya olunduğu görülür. Tarih bilinci ırk çerçevesinde kalmış; yaşadıkları bu cennet topraklara değil bin yıllar önce gelinmiş olan bozkır topraklara özlem duyan; göçerlikten kurtulamamış, evrenselleşme yerine yerelleşmeyi seçmiş bir düşünce… Eğer o topraklar, özlem duyulacak düzeyde zengin ve kültürlenmiş olsaydı, oradan gelmezdik…

Fatih ve Atatürk’ün özümseyerek, ezbere bildikleri Anadolulu Homeros’un destanları, Avrupa ve Avrupa’ya bağlı olarak Amerika’nın edebiyatının, tiyatrosunun ve sinemasının temelini ve ana omurgasını oluştururken; Rus edebiyatına ilham kaynağı olmuşken; bu toprakların sahibi olarak geçinen bizlerin, bunlardan hala haberdar olmaması, trajikomik bir durumdur. Homeros’un destanları sadece bir örnek, bu toprakların geçmişinde, uygarlığın gelişmesinde büyük rol oynamış bunlar gibi binlerce değerler bulunmaktadır. Ne zaman bu değerleri öğrenir ve sahiplenirsek, işte o zaman yerleşik hayata geçer, uygarlaşabilir ve bu toprakların gerçek sahibi olabiliriz…

Etiketler: » » » »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.

İLGİNİZİ ÇEKEBİLECEK DİĞER KÖŞE YAZILARI

  • BÜYÜK BAŞKOMUTAN, BÜYÜK TAARRUZ, BÜYÜK ZAFER…

    30 Ağustos 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İkinci Viyana kuşatmasından (1683) tam 238 yıl sonra ilk defa Sakarya Meydan Muharebesinde toprak kaybedilmemiş, 22 gün 22 gece (23 Ağustos-13 Eylül) süren “HATTI MÜDAFAA YOKTUR, SATHI MÜDAFAA VARDIR. O SATIH BÜTÜN VATANDIR anlayışıyla gerçekleştirilen SAKARYA meydan savaşında kanlı çarpışmaların ardından durdurulan düşman, Sakarya Nehrinin batısına püskürtülmüş ve bağımsızlık yolunda en önemli adım atılmıştır, düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra, 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kem...
  • SOKAKTAN MECLİSE BÖYLE NEREYE?..

    24 Ağustos 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    O gün sabah erken kalktım. Hava sakindi. Üç gündür dağdan esen sert ve şiddetli, aynı zamanda sıcak rüzgâr dinmişti. Denize gidebilirdim. Mayomu giydim ve yaklaşık 600 metre uzaklıktaki denize hızlı adımlarla kısa sürede ulaştım. Yaklaşık 1 saat deniz kenarında yürüyüş ve yüzmeden sonra biraz yorgun vaziyette dönüş yolunda, bahçesinde etrafı temizleyen 50-55 yaşlarında zaman zaman ayak üstü sohbet ettiğim Hakan’a rastladım. Kendisi mühendisti, zamanında İstanbul da şirketleri ve iyi bir hayatı olmuş, ancak hayatın acımasız yanlarını da yaşam...
  • Kırım – Kongo Kanamalı Ateşi; Keneler ve Düşündürdükleri

    30 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Tüm Manşetler

    İçinde bulunduğumuz ay itibarıyla havaların ısınması, yağmurların yağması ile birlikte, bahçe, tarla işleri ile birlikte KENE MEVSİMİNİNİN de başlaması, dolayısıyla Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi hastalığı ve insanlarda ölümlerin görülmesi söz konusu olabileceğinden, EMEKLİ DE olsam, sorumluluk bilinciyle yıllardır yaptığımız uyarıları, yapılması gerekenleri; YETKİLİLERE, ETKİLENENLERE bir kez daha hatırlatmak istedim.. Ülkemizde 2002 yılında Kırım-Kongo Kanamalı Ateşi ile gündeme oturan, popüler olan ve 7’den 70’e herkesin tanıdığı keneler, biz...
  • ANTİOKHEİALI YAŞLI KADIN

    25 Nisan 2024 Köşe Yazıları, Kültür Sanat, Tüm Manşetler

    Üçüncü cemre düştüğünde, karlar erimeye başlamıştı. Kentin sokaklarında eriyen karların suları, bulanık bir şekilde akmaktaydı. Bir zamanlar düzgün taş döşeli olan sokaklar artık bütün özelliğini kaybetmiş, kanalizasyon sistemi tıkanmış, sular caddenin yüzeyinde sessizce akmaya başlamıştı. Bahar güneşinin sıcaklığı kendini iyice hissettirirken, yaşlı kadın kahvaltısını yapmış, mutfağın penceresinden güneşin ışıklarını izleyerek, derin düşüncelere dalmıştı. On üç yaşında evlenip geldiği bu evde geçirmiş olduğu günlerin hayaline dalmıştı ki, hizm...