Son Dakika
Şimdiki kadar uzun yaşam olmasa da tarih boyunca tüm toplumlar için yaşlı, yaşlılık ve yaşlanma gibi olgular hep var olagelmiştir. Yaşlanma, her ne kadar günümüz modern toplumlarında demografik geçişle birlikte çok daha görünür olsa da modern öncesi toplumlar için de bugünkünden farklı bir çerçevede deneyimlenen demografik bir olguydu.
Burdur Mehmet Akif Ersoy Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Doç.Dr. İlker Yiğit ve Süleyman Demirel Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Mustafa Yakar tarafından yapılan ve Ege Coğrafya Dergisi‘nde yayımlanan “TARİHİ NÜFUS COĞRAFYASI: 19. YÜZYIL İLK YARISINDA HAMİD SANCAĞI YALVAÇ KAZASINDA NÜFUSUN YAŞ YAPISI VE YAŞLANMA DÜZEYİ” başlıklı araştırma ile, modernite öncesi bir dönemde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki ilk nüfus sayımı olan 1830/1831 yılına ait arşiv belgelerindeki yaş verileri kullanılarak Yalvaç kazası örneğinde tarihi nüfus coğrafyası perspektifinden nüfusun yaş yapısını belirleme ve yaşlanmanın o dönemki fotoğrafını çekmeye çalışıldı.
Osmanlı İmparatorluğu’nda 1830/1831 yıllarında yapılan ilk nüfus sayımı verileri temel alınarak hazırlanan çalışmada, Yalvaç’ımızın mahalle ve köylerindeki nüfus yapısı ayrıntılı olarak analiz edildi ve yayımlandı.
Araştırmanın Yalvaç kazasına dair nüfus defterindeki tüm veriler, Ergün ve Terzi’nin (2016) yayınlamış oldukları “Osmanlı Nüfus Defterinde Isparta 1831” adlı eserine ait olduğu kaydediliyor. Yalvaç kazası nüfusuna ait temel veri kaynağı Ergün ve Terzi’nin (2016) çalışması olmakla birlikte kazadaki nüfusu büyüklüğü ve dağılışı ile yaş grupları dağılımı gibi özelliklerini dönemin toplumsal ve ekonomik yapısı ile birlikte düşünmek adına başka kaynak arayışına da girişilmiştir. Bu noktada Faydalı’nın (2008) Yalvaç kazasının 1840 tarihli 10597 numaralı Temettuat defterini inceleyen yüksek lisans tezi ile Saat’in (2014) yine Yalvaç kazasına ait 1831 ve 1840 tarihli Nüfus defterlerini karşılaştırmalı bir şekilde ele aldığı yüksek lisans tezinden, eldeki çalışma kapsamında ikincil kaynaklar olarak yararlanıldığı vurgulanıyor.
Araştırma verileri Ergün ve Terzi’nin (2016) eserinden, Yalvaç kaza merkezindeki 12 mahallede kayıtlı 3145 kişi ile kazanın 21 köyünde kayıtlı 6902 kişi olmak üzere toplamda 10047 kişinin sayım bilgileri, derlenerek Microsoft Excel’de bir veri tabanı oluşturulurken, kaynakta yer alan tüm nüfusun (10047 kişinin) yaş verisinin bulunmadığı, sayımda nüfusun yaş verisi, ancak 7599 kişi için kaydedildği aktarılıyor.
Çalışmada, Yalvaç ve köylerinin o dönemdeki yapısı ve özellikleriyle ilgili olarak şu bilgiler aktarılmış: “Yalvaç kazasının 1831’de 21 köyü bulunmaktaydı. Köylerin büyük bir bölümü Sultan Dağları yamaçlarından ova tabanına doğru geçiş zonunda kurulmuş olsa da Yalvaç kaza merkezinin kuzeybatısındaki köylerin plato sahasını tercih etmiş oldukları dikkati çekmektedir. Bununla birlikte Sağır (1440-1500 m) Karakuş Dağları üzerindeki kalan dolayısıyla en yüksekte kurulmuş köye karşılık gelirken, ovada yer alan Eğirler (1010-1050 m) ise en alçaktaki köyü oluşturmaktadır.
Yalvaç kazasında 1831 yılında erkeklerin 2395’i kaza merkezinde 5204’ü ise köylerde olmak üzere toplamda 7599 kişinin nüfus defterinde yaş verisi bulunmaktadır. Hamid sancağının en fazla nüfuslu kazası olan Yalvaç’ta nüfusun %31.5’i kaza merkezinde geriye kalan % 68.5’i ise köylerde yaşamaktaydı. Bu değerler o dönem için Yalvaç kazasında her üç kişiden ikisinin köylerde ikamet ettiği dolayısıyla kırsal karakteri baskın bir görünüme sahip olduğuna işaret etmektedir.
1831 yılı nüfus sayımında Yalvaç kazasında nüfusun tamamı Müslümanlardan oluşan homojen bir yapı göstermektedir (Ergün ve Terzi 2016, Karal, 1997, Karacan, 2017, Saat, 2014). Kazanın bu demografik profili dini ve etnik farklılıklardan kaynaklanan sosyal, ekonomik, kültürel çeşitliliğin demografik yapıda belirleyici olmayacağı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Yalvaç kazası, yekpare olarak geleneksel tarım toplumunun izlerini takip etmenin yanı sıra sonraki dönemlere ait verilerle karşılaştırmak suretiyle değişimin de belirlenebileceği bir örnektir.
Nüfus defteri verilerine bakıldığında Yalvaç kazasında nüfusun köylere dağılımında büyük farklılıklar olduğu dikkati çeker. Nitekim, Sücüllü köyünde 1018 kişi yaşarken (ki bu köyün defterde kayıtlı 6 mahallesi bulunmaktadır) Ağap köyünde sadece 43 kişi kayıt edilmişti. Ağap dışında Terziler ve Yarıkkaya köyleri 100 kişiden az nüfusluydu. Sücüllü kadar olmasa da Üyüklü 577 kişiyle ve Gemen köyü ise 488 kişiyle kazanın diğer kalabalık nüfuslu köyleriydi. Kazanın görece az nüfuslu olan Sağır, Yarıkkaya, Surk ve Ağap gibi köylerinin hem kaza merkezine daha uzak hem de daha yüksek ve eğimli arazilerde kurulmuş olduğu dikkati çekmektedir.
Yalvaç kazası sınırları içerisindeki kalan alanın ana jeomorfolojik karakteri düşünüldüğünde dağlık ve eğimli alanlar daha çok hayvancılık için kullanılırken plato sahaları ve ova tabanları ise tarım için elverişlidir. Kazanın ana jeomorfolojik karakteri köylerin kuruluş yeri seçiminde belirleyici olabileceği gibi bir köyden diğerine derecesi değişen tarım ve hayvancılıktan oluşan sektörel karakteristiğinin ikili yapısını da şekillendiriyor olabilir. Bu durum esasında köylerin kuruluş yeri, tarım ve hayvancılık ikilisinden oluşan ekonomik sektörlerin önceliğini ve ağırlığını belirlemekte bu da nüfus büyüklüğünü etkileyebilmektedir. Elbette bu ilişkisellik birincil ekonomik sektörlerin dışında kalan yerleşmeler ve yerleşmelerin nüfusu için geçerli olmayacaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan I. Dünya Savaşı sonrasında çöküşüne kadar başlıca ekonomik faaliyeti tarımdı. 1800’lerde de 1900’ler başında da nüfusun %80’i tarımla uğraşıyor ve hayatlarını buradan kazanıyordu. Tarım yapılan toprakların %90’ı nadas usulüyle iki ya da üç yılda bir ekilen hububata ayrılmış durumdaydı.
Anadolu’da tarım yapılan toprakların %84’ünde hububat üretimi gerçekleştiriliyordu (Quatert, 2004). Dolayısıyla Anadolu topraklarında toplanan öşürlerin %81’ini hububat oluşturuyordu. Faydalı’nın 1840 tarihli Temettuat defterlerine dayalı olarak gerçekleştirdiği Yalvaç kazası çalışmasının verilerine bakıldığında, kazadaki tarım arazilerinin %98’inin tarla, %2’lik kısmının ise bağ ve bahçe tarımına ayrıldığı görülmektedir. Ayrıca tarım arazilerinin %73’ünün gayri mezru olması (nadas uygulamasının yaygınlığını göstermesi bakımından oldukça kıymetlidir), Yalvaç kazası tarımsal yapısının Osmanlı ülkesinin genel karakteristikleri ile benzer olduğunu ortaya koymaktadır.
19. yüzyıl Osmanlı ülkesinde toprak nispeten bol, emek ve sermaye ise kıt durumdaydı. Böylesi bir yapıda toprak ve emekten elde edilen verimliliğin artırılmasını sağlayacak bir safhaya geçilememişti. İmparatorluk dahilinde ekonomik kaynaklar dengesinde emeğin kıtlığı toprağın; sermayenin kıtlığı da emeğin daha etkin kullanılmasını sağlayacak yatırımları engellemişti. Sonuçta Osmanlı kırsal toplumu üretim çabalarını emek yoğun bir çaba ile sürdürmek zorunda kalmıştı. Nitekim 19. yüzyılda Osmanlı topraklarında hayvancılık oldukça yaygın, nadas uygulama süreleri uzun, tarım araçları ise oldukça iptidai olup gübre ve ıslah edilmiş tohum gibi verimliliği artırıcı girdilerden pek yararlanılamıyordu (Güran, 1998).
Kırsalın kısaca özetlenen ekonomik karakteri geleneksel tarım toplum tipine işaret ediyor, bu da demografik yapısını şekillendiriyordu. Zira her şeyden önce nüfusa özellikle de erkek nüfusa ihtiyaç duyulduğu anlamına geliyordu. Erkek nüfus ise sadece üretimin değil aynı zamanda hem ailenin hem de devletin temelini oluşturuyordu. Zira soyun devamının erkek çocuk ile mümkün olacağı kabul ediliyordu. Üretimin devamı da erkek işgücüne bağlıydı, aynı zamanda bu grup vergi alınacak ve askerlik yapacak nüfustu. Üretimin temel kaynaklarından toprağın bol, emeğin ise kıt olması nüfus artışını gerekli hatta zorunlu kılıyordu. Bu ise erken yaşta evlilik yapmak ve çocuk sahibi olmakla mümkündü. Ortalama yaşam süresinin şimdikinin yarısı kadar olması erken yaşta evlenmeyi zorlayan bir başka gerekçeydi. Ailenin de üretimi artırmasının yolu erkek nüfusunu artırmaktan geçiyordu. Bütün bunlar yüksek doğurganlık demekti. Fakat canlı gerçekleşen doğumlar sonrasında yüksek bebek ve çocuk ölümleri yaşanıyor, canlı doğumların ancak yarısı 5 yaşına gelmeden hayatını kaybediyordu. Dahası salgın hastalıklar, kuraklık ve kıtlıklar ile daha da artan yetersiz beslenme sorunu nüfusun artışını baskılayan diğer etkenlerdi (Cipolla, 1980). Giderek artan ve uzun süren savaşlar askere giden erkek nüfusun çok azının memleketine dönmesi anlamına geliyordu. Sonuçta yüksek doğurganlığa karşılık yüksek ölümlülük nedeniyle nüfus çok hızlı artmıyor hatta bazı yıllarda aksine azalıyordu. Geleneksel topluma ait bu demografik yapının, 1831 yılına ait Nüfus defterindeki vukuat kayıtlarından da takip etmek mümkündür. Zira Yalvaç kazasında H. 1247-1254 (M. 1831-1839) yılları arası doğum ve ölüm sayılarına ait verilerin seyrine bakıldığında yüksek doğurganlık ve yüksek ölümlülük net bir şekilde görülebilmektedir (Şekil 3). Nitekim 1832 ve 1833 yılları ile 1839 yılında ölüm sayısı doğum sayısının üzerine çıkmaktaydı. Bunlardan en tipik olanı 1839 yılına ait olup, bu yılda 305 doğuma karşılık 527 ölüm gerçekleşmiş ve nüfus 222 kişi azalmıştı. Sonuç olarak, doğum ve ölüm sayılarının birbirine yakın seyri ve bazı yıllarda ölenlerin doğanların sayısını aşması, nüfus artışının sınırlı olmasına yol açmakla birlikte toplumsal olarak demografik geçiş modelinin ilk evresinin (modernite öncesine) yaşanmakta olduğunu göstermekteydi.
Yalvaç kazasının demografik yapısı gibi ekonomisi de geleneksel tarım toplumuna işaret ediordu. Nitekim 19. yüzyılın Osmanlı kırsalında olduğu gibi Yalvaç kazasında da tarım ve hayvancılık ikilisinin yoğun ve yaygın olduğu bir yapıya sahipti. Nitekim Faydalı’ya (2008) göre, 1840 tarihli Temettuat defterine göre kaza hanelerinin %95’inin toprak sahibi olduğu anlaşılmakta bu oran kaza merkezinde bile %93 düzeyindeydi. Yine aynı kaynağa göre kazadaki hanelerin %81,8’inde hayvancılık yapılıyordu. Kaza merkezinde bile bu oranında %82 ile temsil ediliyor olması oldukça ilginçti (Faydalı, 2008). Hem nüfus defterlerindeki nüfus değişiminin seyri hem de Temettuat defterindeki veriler birlikte düşünüldüğünde Yalvaç kazasının yalnız ekonomik yapısını resmetmekle kalmıyor aynı zamanda o dönemdeki topluma ve toplumun demografik dinamiklerine dair de ipuçları sunuyordu. Kısaca Yalvaç 19. yüzyılın ilk yarısında geleneksel tarım toplumunun tipik örneklerinden birini oluşturmaktaydı.”
Nüfusun yaş yapısı toplumlarda çeşitli davranışlar, üretim, tüketim vb. tüm eğilimlerin şekillenmesindeki rolü nedeniyle demograflar kadar sosyal bilimciler için de ilgi alanı oluşturduğunu kaydeden araştırmacılar YİĞİT ve YAKAR, yaşam gidişinin evreleri yaşa göre şekillendiğini belirterek, doğal olarak hem yaşam evreleri hem de geçişindeki yaş eşikleri geleneksel tarım toplumundan modern topluma değişiklik gösterdiğini ifade ediyorlar.
Geleneksel tarım toplumunda nüfusun yaş dağılımı büyük ölçüde, yüksek doğurganlık hızı ile onu yakından takip eden yüksek ölümlülük hızına bağlı olarak şekilleniyordu. Doğurganlık ve ölümlülüğün yüksek olmasının beraberinde düşük ortalama yaşam süresi getirdiğini belirten yazarlar, 19. yüzyılda Anadolu’da da durumun çok farklı olmadığını ifade ediyorlar. Nitekim McCarthy (1998) daha geç bir tarih için bile (1878-1914 arasında) yıllık doğum oranı %4,9, ölüm oranı %3,5 olup dolayısıyla net artışı %1,4 olarak hesaplamış, ortalama yaşam süresini ise 30 olarak saptamıştır (McCarthy, 1998).
Yalvaç kazasının 1831 yılı nüfus sayımından çıkarılan yaş verilerini çeşitli yaklaşımlarla analiz etmenin, dahası nüfusun yaş dağılımını belirli yaş aralıklarına göre nüfus piramitleri çizmek suretiyle görselleştirilebileceğini belirten yazarlar, Yalvaç’ın o dönemki nüfus yapısı ve yaşlanma düzeyiyle ilgili de şu bilgileri paylaştılar:
“Yaş ve cinsiyete göre nüfus verisinin üst üste bindirilmesiyle oluşturulan nüfus piramitleri 1831 yılı nüfus sayımı için sadece erkek nüfusu içerecek şekilde tek kanatlı olarak çizilebilir. Zira, bu sayımda piramidin diğer kanadını oluşturacak kadın nüfusuna dair veri bulunmamaktadır. Yaş gruplarına göre erkek kadın dağılımında farklılıklar olduğu bilinmekle birlikte böyle bir durumda nüfus piramidinin tamamlanabilmesi ancak bir varsayımdan hareketle mümkün olabilir. Eğer kadınların da en az erkekler kadar olduğunu varsayarsak olası bir nüfus piramidi oluşturabiliriz. Böylesi bir yaklaşımın doğru olmadığının farkında olmakla birlikte nüfus piramidini tamamlamaya çalışmak adına kullandığımız bu varsayım bize dönemin toplumsal yapısına dair kimi çıkarımlarda bulabilmek için yardımcı olacağı düşüncesindeyiz. Zira nüfus piramitleri toplumsal değişimlerden etkilenmeye açık olduğundan aradan geçen zamanla farklı formalara dönüşmektedir. Hatta toplumların yakın tarihindeki yaşadıkları bir kısım olayları da (savaşlar, salgınlar, doğurganlık ve ölümlülük düzeyleri, nüfus politikası değişiklikleri vb.) içerisinde saklarlar.
Sadece geçmişinde değil, yine toplumların yakın geleceklerinde de belirleyici olabilirler. Yalvaç kazasının 1831 için yapılan nüfus piramidine göre toplumun en büyük grubunu 0-4 yaş arasındaki bebek ve çocuklar oluşturmaktaydı. Kazadaki her beş kişiden birisini (%21) bu yaş grubundaki nüfus meydana getiriyordu.
Yalvaç kazasının 1831 için yapılan nüfus piramidine göre toplumun en büyük grubunu 0-4 yaş arasındaki bebek ve çocuklar oluşturmaktaydı. Kazadaki her beş kişiden birisini (%21) bu yaş grubundaki nüfus meydana getiriyordu. İkinci sırada, %15 oranıyla 5-9 yaş grubu gelmekteydi ki, bu dağılım toplumda her üç kişiden birinin (%36) 10 yaşından küçüklerden oluştuğuna işaret ediyordu. Üçüncü sırada ise %8,4 oranıyla 10-14 yaşındaki gençler yer alıyordu. Yaş gruplarına göre nüfus oranlarının bu değişimi, 0-4 yaş grubundan 10-14 yaş arasındaki gençlere doğru çok hızlı düşüşün olması nüfus piramidinin tabanının hızla daralmasıyla karakterize olmaktaydı. Bu durum toplumda yüksek doğurganlık hızına sahip olduğunu fakat muhtemelen bebek ve çocuk ölümlülüğünün de çok yüksek olduğunu düşündürmektedir. Zira bir alt yaş grubunun kuşağından bir üst yaş grubuna geçilirken ölüm hızının yüksek olmasına bağlı olarak olması gerekenden çok daha az çocuk hayatta kalmış gibiydi. 10-14 yaş grubunda gerilemede 12 yaşından itibaren askerlik nedeniyle kazadan ayrılanların da etkisi olabilirdi.
Nüfus piramidinin tabanındaki bu değişim kadar olmasa da üst kesimlerine doğru da yaş dağılımının gidişi dikkat çeken bazı boyutlar içermektedir. Nitekim, 10 yaşından itibaren 40 yaşına kadar olan gruplarda düşüşün çok düşük düzeylerde kaldığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Fakat 40-44 yaş aralığında çok belirgin bir daralma daha gözlenir ki, bu durum 1787-1791 arası doğumlu olanlara karşılık gelmekteydi. Bu dönemde 1787-1892 arasında 5 yıl süren Osmanlı-Rus savaşının erkek nüfusa ve dolayısıyla doğum sayısına dolaylı etkisi ile ilişkili olmalıydı. 45 ve sonrası yaşlarda daha az nüfusun varlığı gözden kaçmamaktadır ki, bu durum dönemin toplumunda ortalama yaşam süresinin 40 yıldan daha düşük olmasıyla ilgili olmalıdır. Bu grubun 18. yüzyılın ikinci yarısı doğumlular oldukları göz önüne alınacak olunursa anlaşılabilir bir durumdur. Son olarak 65 ve üzeri yaşlarda tekrar bir daralma daha gözlenmektedir (Şekil 4). 65 yaşından itibaren toplam nüfusun ancak %1’i civarında bir büyüklük ile temsil olunurken 80 yaşın üzerinde ise bu oran %1’in de altına (kazada 134 kişi) düşmektedir (Tablo 2). Asırlıklar olarak kabul edilen 100 yaşı ve üzerinde Yalvaç kazasında 6 kişi bulunmakta olup, bunların tamamı köylerde kaydedilmişti. Nitekim kazadaki en yaşlı kişi Üyüklü köyünde kaydedilmiş olan 120 yaşında Osmanoğlu Süleyman idi.
Yaş gruplarına göre dağılımın kaza merkezi ile köyler arasında büyük farklılıkların olmadığı görülmektedir (Tablo 2). Bu durum doğurganlık ve ölümlülük açısından kaza merkezi ile köyler arasında bir farkın olmadığına işaret ediyor olabilir. Kaza merkeziyle köyler arasında nüfus dinamikleri ile yapısı açısından farkın olmaması ise, daha geniş çerçevede ekonomik ve toplumsal boyutta yapısal olarak kayda değer bir farklılığın olmadığını mı düşünmeliyiz? Nitekim Temettuat defterindeki ekonomik yapıya dair veriler bunu doğrular niteliktedir (Faydalı 2008).
Yaşlanmanın demografik boyutundan hareketle dönemin toplumsal karakterinin genç, olgun/yetişkin ve yaşlı gibi kategorileri ekseninde tanımlanması yapılabilir. Bireyin yaşam gidişinin (life course) üç temel evresine dayanan bu ayrım bireysel olduğu kadar toplumsal, ekonomik, yönetsel boyutlarıyla da önem arz etmektedir. Zira, günümüzde olduğu gibi 19. yüzyılın ilk evresi için de bebeklik ve çocukluktan sonra çalışma hayatına başlama ve meslek edinme, askere gitme, eğitim için medreseye gitme, vergi verme, evlenme, yer değiştirme gibi yaşamsal süreçler doğrudan veya dolaylı olarak bu üç temel yaşam evresinden birinde gerçekleşmektedir. Kişiden kişiye farklı yaşlarda gerçekleşen bu yaşamsal süreçler toplumda özellikle ortalama yaşam süresinin uzamasıyla farklı yaşlara doğru değişim gösterebilmektedir. Bunlardan özellikle askere alınma İmparatorluğun bu sayımda erkeklerin yaşını sormasının temel gerekçesi olup, askerliğe elverişli olanların kaydının yanına ayrıca işaret (mim işareti) konulmuştu. Kaydedilen erkeklerden engelli olanların engelliğinin yazılması yine aynı gerekçeyle ilgili olmalıdır.
Her şeyden önce şu bilinmelidir ki, yaşlı, yaşlılık ve yaşlanma gibi kavramlar yeryüzünden geçmişten günümüze tüm toplumlar için geçerli olmakla birlikte zamansal ve mekânsal olarak değişime uğramaktadır. Başka bir ifadeyle bu kavramlar daima var olagelmiştir fakat sınırları ve kapsamı aynı kalmamıştır. Bu noktada 19. yüzyılın ilk yarısı için yaşam evreleri arasındaki geçişlerin hangi yaşlara dayandırılması gerektiği önemli bir sorundur.
Günümüzde de yaşlılığın kronolojik olarak ne zamandan itibaren başlatılması gerektiği tartışılmaktadır. Zira yaşlılık, kimi kurumlarda ve yasalarda 60 ve üzerindekiler şeklinde belirlenirken, diğerlerinde bu ayrım 65 ve üzeri yaşlar olarak farklılık göstermektedir. Dahası bu kronolojik eşik değerler de hem zamansal hem de toplumsal bağlama göre şekillenmektedir. Diğer taraftan sadece yaşlılık ayrımı değil, yaşamsal süreçlerin neredeyse tamamı yaşla kontrol edilerek sınırlandırılmaktadır.
Yalvaç kazasında 19. yüzyılın ilk yarısında “çocuk”, “genç”, “yetişkin” ve “yaşlı” denilince kimler kastediliyordu? Bu grupları hangi yaş aralığında olanlar temsil ediyordu? Toplum ve devlet bu yaş grubuna hangi sorumlulukları yüklüyor veya neler bekliyordu? Kronolojik yaş mı esas alınıyordu yoksa işlevsellik mi daha belirleyiciydi? Dönemin toplumu ile yaşlanma kesişiminde cevap aranması gereken bu sorular elbette daha da çoğaltılabilir. Soruların cevaplarının ne olması gerektiği kadar bu tür soruların daha da çeşitlendirilerek geliştirilmesi çok daha önemlidir. Araştırma sorularının karşılıkları birden fazla veri kaynağını bir araya getirip bütüncül bir yaklaşımla cevaplama arayışı içine girilmesiyle mümkün olabilir. Böylece tarihsel kaynaklar yaşlanma araştırmalarında geçmişin de ele alınabileceği şekilde geriye götürülebilmesini olanaklı kılacaktır.
Her şeyden önce yukarıda sorulan soruların Nüfus defterlerindeki verilerden bütünüyle cevaplanamasa da kronolojik yaş ekseninde çeşitli eşik değerleri belirlenerek bazı alternatifler ileri sürülebilir. Bu çerçevede, Yalvaç kazasında 1831 yılı nüfus sayımından elde edilen yaş verilerine bağlı olarak “genç” nüfusun nasıl belirlenebileceği üzerine çeşitli yaklaşımlar ortaya atılacak ve buna bağlı olarak hesaplamalar yapılacaktır. Bunlardan birincisi, sayımın da yapılma gerekçesi olan askere alınma yaşı olabilir. Eğer bir kişi askere elverişli olarak görülebiliyorsa artık çocukluk evresini tamamladığı anlamına gelebilir. Bu konuda standart bir yaş sınırının olmadığı, bazı kazalarda bunun 12 yaş bazılarında 10 yaşına kadar düşürülse de Asâkir-i Mansûre-i Muhammediye Kanunnamesi’nde askere alınabilecek yaş aralığının 1826 yılında 15-40 olarak tespit edildiği, 1828-1829 Osmanlı-Rus savaşında en küçük yaşın 12’ye çekildiği ve bu tarihten sonraki ilk sayımda da 12 kriterine göre kayıt yapıldığı anlaşılmaktadır (Özekmekçi, 2021). İkincisi, bireyin hangi yaştan itibaren bir meslek sahibi olduğu ve buna bağlı olarak vergi vermeye başladığı olabilir. Bu yaklaşım Nüfus defterindeki verilerden çok dönemin diğer kaynaklarından (Temettuat defteri, Cizye defteri vb.) yakalanabilir. Üçüncüsü, biyometrik verilerden bıyık (ter bıyıklı) ve sakal çıkışı ergenliğe geçişi gösterdiği gibi çocukluk döneminin tamamlanarak çalışma çağına geçişte gösterge olarak algılanabilir. Dördüncüsü, dönemin koşullarını göz ardı etmemekle birlikte günümüz toplumu ile karşılaştırabilmek ve demografik geçiş ve yaşlanma sürecini anlamak adına 0-14 yaş aralığı “genç” nüfus olarak tanımlanabilir.
19. yüzyılın ilk yarısında Yalvaç kazası nüfusun belirlenen eşik değerine (0-12 veya 0-14 yaş) göre değişmekle birlikte %42-45 arasındaki bir kısmını genç nüfusu oluşturuyordu. Yetişkin nüfus için belirlenen eşik değerine göre farklılaşsa da en büyük grubu gençler meydana getiriyordu. Genç nüfusun oranı köyler arasında önemli farklılıklar gösterse de kaza merkezi ile köyler toplamının oranları büyük ölçüde benzerdi (Tablo 3). Nüfus piramidinde de açıkça izlenebilen bu durum, demografik geçiş modelinin ilk aşamasının ana yaş grupları dağılımı ile uyumludur.
Bir sahada yaşayan yetişkin nüfus, genç ve yaşlı nüfus ayrımında kullanılacak eşik değere göre değişmekle birlikte oldukça geniş bir kuşağı kapsamaktadır. Bu grubun alt yaş sınırı genç nüfusun üst yaşına, üst sınırı da yaşlı nüfusun alt yaşına denk düştüğünden dolayı her iki eşik değerin de ne olması gerektiği tartışmaya açıktır. Kendi içinde gençler, yetişkinler ve yaşlılığa geçiş aşamasındaki grupları içeren yetişkin nüfus, çalışma çağında olan kitleyi temsil ettiğinden ekonomik olarak üretimin temelinde yer almaktadır. Ayrıca bu grup üretimde yer almanın ötesinde hem genç nüfusun hem de yaşlı nüfusun ihtiyaç ve gereksinimlerine destek sağlamaktaydı. Yine bu gruptan askerlik ve vergi verme gibi kamusal beklentileri yerine getirmesi istenmekteydi. Askerlik için 12 veya 14 ve üzeri yaşta olmak gerekliydi. Yetişkin nüfus, adına “tüvana” da denilen (12 veya 14 ile 40 yaş arası) grubu kapsıyordu. Sadece kamusal değil bireysel beklentilerin de karşılanması ve toplumsal taleplere de cevap vermesi gerekenler yine bu gruba giren yetişkinlerdi. Kısacası, toplumsal olduğu kadar ekonomik ve yönetsel olarak da yetişkin nüfusun büyüklüğü ve nitelikleri son derece önem arz ediyordu.
1831’de Yalvaç kazasında nüfusun yarısını yetişkinler oluşturuyordu. Kaza merkezi ile köyler toplamında yetişkin nüfus oranı çok büyük farklılık göstermezken köylerin kendi arasında yetişkin nüfusa sahip olma oranları değişmekteydi. Nitekim, yetişkin nüfus Terziler köyünde %25 ile en az iken, Bahtiyar köyünde bu oran %57,3’e kadar yükselmişti (Tablo 4).
Yaşlılık hangi yaşla başlar sorusu başta kişiye özgü olmak üzere pek çok faktöre göre değiştiğinden oldukça tartışmalıdır. Zira yaşlılık deneyimlenen, hissedilen ve toplum tarafından atfedilen yönleri olan tanımlanması çok boyutluluk gösteren bir olgudur. Dolayısıyla yaşlanmanın sınırını kronolojik olarak bir yaşa indirmek çok zordur. Bununla birlikte modern devletler ve toplumların kurumsal yapısı içerisinde özellikle de sosyal güvenlikte (emeklilik) belirlenen kronolojik yaş değeri yaşlılıkta bir referans olarak kullanılmaktadır.
19. yüzyılın ilk yarısı için yaşlı nüfus ayrımında hangi yaklaşımlar kullanılabilir noktasında şunlar gösterge olarak ileri sürülebilir: Birincisi, devletin vergi almayı bırakması ya da vergiden muaf olması kişinin yaşı ile de ilişkiliyse acaba hangi yaşa eriştikten sonra vergiden düşülmektedir? İkincisi, ortalama yaşam süresi göz önüne alınarak ayırıma gidilebilir mi? Bu dönem için 40 yaşından daha az bir ortalama yaşam süresi söz konusu olduğuna göre bu yaşın üzerindekileri yaşlı kabul edilebilir mi? Üçüncüsü, nüfus defterlerinde 40 yaş ve üzerindekiler için “musin” tanımlaması esas alınabilir mi? Bu ayrım askerlikten muaf olma yaşı ile aynı olması ayrıca dikkat çekicidir. Dördüncüsü, biyometrik kimlik göstergelerinden sakalın ağarmaya başlaması “kır sakallı” ve “ak sakallı” nüfusun yaş ortalaması kullanılabilir mi?
1831’de Yalvaç kazasında belirlenen yaş eşiğine göre yaşlı nüfus oranı değişmektedir. Eğer 40 ve üzeri yaştakiler yaşlı8 olarak kabul edilecek olunursa kazadaki yaşlı nüfus oranı %18,6 olarak hesaplanmıştır (Tablo 5). Kaza merkezinde 40 ve üzeri yaşta olanların payı %18 iken köylerde küçük bir farkla %18,9 olarak saptanmıştır. Bu fark her ne kadar düşük de olsa kaza merkezinin köylerden genç olduğu anlamına gelmektedir. Diğer taraftan kaza merkezi ile köyler arasında düşük olan farka karşılık köyler arasında yaşlı nüfus oranı %12,8 (Sağır Köyü) ile %25,6 (Ağap Köyü) arasında değişmektedir (Tablo 5).
Yalvaç kazasındaki toplam 21 köyün 10’unda yaşlı nüfus oranı kaza köyleri ortalamasının üzerindedir. Yaşlı nüfusun oransal dağılımının mekânsal örüntüsüne baktığımızda belirli yaşlanma alanları ayırt etmek güçtür (Şekil 5). Başka bir ifadeyle kazada yaşlı nüfusu fazla olan köylerin oluşturduğu belirli bir kümelenme söz konusu değildir. Örneğin kazanın en yüksekte konumlanan köyü olan Sağır en az yaşlı nüfusuna sahipken yakın komşusu olan Yarıkkaya köyünde bu oran %20’leri aşmaktadır. Diğer taraftan Akçaşar köyünde %15,2 olan yaşlı nüfus oranı komşusu olan Üyüklü ve Eğirler köylerinde %20’nin üzerinde olması benzer bir durumun ova tabanındaki köyler için de geçerli olduğunu göstermektedir.
Günümüzden farkını anlamak adına şayet 65 ve üzeri yaşlı olanlar esas alınırsa yaşlanma düzeyi beklendiği üzere oldukça düşük bir yaşlı nüfus varlığının işaret etmektedir. Dolayısıyla dönemin toplumuna bugünkü anlamda “yaşlı” nüfuslu diyemeyeceğimiz açıktır. Fakat bu o dönemde yaşlı nüfus yoktur anlamına gelmemektedir. O dönem toplumunda ortalama yaşam süresinin 40 yıl civarında olduğu kabul edilirse, 65 ve üzeri yaştaki nüfusun toplam nüfusa oranının düşük olması anlaşılabilir bir durumdur. Bunun dışında köyler ile kaza merkezi arasında düşük de olsa yaşlı nüfus oranı farklılaşmaktadır. Kaza köyleri toplamında %5,4 olan 65 ve üzeri yaşlı nüfus oranı Yarıkkaya köyünde %1,3 ile Terziler köyündeki %9,4 arasında değişmektedir. Kaza merkezinde ise, %4,4 olan yaşlı nüfus oranı köylere göre %1’lik fark olduğunu göstermektedir.”
Çalışmanın sonuç bölümünde de şu hususlar paylaşıldı:
Bu makalede, tarihi nüfus coğrafyası kapsamında, nüfusun yaş yapısı ve yaşlanmasının 1831 sayım verilerinden hareketle Yalvaç kazası örneğinde açıklanmaya çalışılmıştır. Araştırmada, çok genel olarak nüfusun büyüklüğü ve bileşimi ile nüfus dinamiklerinin mekânsal görünümleri ve zamansal değişimine odaklanan nüfus coğrafyasının tarihsel bir dönemindeki görünümüne yönelik olan tarihi nüfus coğrafyası perspektifinde ele alınmış olup nüfusun yaş yapısı ve yaşlanma konusu üzerine bir deneme yapmak hedeflenmiştir. 19. yüzyılın ilk yarısına ait nüfus sayımı verilerinin tarihi nüfus coğrafyası araştırmaları için eşsiz bir kaynak olduğunu vurgulayan araştırma, perspektifi yanında kullanılan veri kaynağının nüfusa dair çeşitli tematik alt başlıkta araştırmalarda kullanılabileceğini ileri sürmesiyle de özgün bir yere sahiptir.
Araştırmanın en temel argümanı ise tarihsel olarak tüm toplumlarda yaşlı, yaşlılık ve yaşlanma konusunun var olduğundan hareketle 19. yüzyılın ilk yarısında modern öncesi toplumda nüfus sayımlarına dayalı verileri kullanmak suretiyle kanıtlamasıdır. Konu, 1831 yılında Osmanlı İmparatorluğu’nun ilk sayımında kaydedilen bilgilerden birisi olan yaş verileri, Hamid sancağı Yalvaç kazası örneğinde ele alınmıştır. Sayımın amacına bağlı olarak sadece erkek nüfusun yaş bilgileri kaydedildiğinden yapılan değerlendirmelerde bu durum bir sınırlılık oluştursa da çalışma kapsamında bazı temel bulgulara da erişilebilmiştir. Bunlardan belki de en önemlisi, 1831 yılına ait Nüfus defterindeki yaş verilerinden oluşturulan nüfus piramidinin demografik geçiş modelinin ilk evresi ile uyumlu görünüme sahip olduğunu, henüz modernleşme ekseninde herhangi bir değişimin söz konusu olmadığını ve geleneksel tarım toplumunu karakterize ettiğini göstermesidir. Zira yine Nüfus defterindeki yaş verileri dışında vukuat kayıtlarından elde edilen 1831-1839 yılları arasındaki doğum ve ölüm sayılarının gidişi de Yalvaç kazasının modern öncesi toplumdaki gibi nüfus artış/azalış dalgalanmalarını açıkça göstermektedir. Bu temel iddia, nüfus verileri dışındaki dönemin diğer kaynaklarındaki (Temettuat defterleri) tarım ve hayvancılık eksenli ekonomik yapısına dair verilerden de teyit edilmiştir. Her ne kadar demografik geçiş modeli doğurganlık ve ölümlülük hızlarının birbirine göre değişimi ve bunun sonucu olan nüfus artış hızı ile ayırt edilebilirse de nüfus piramitlerinden hareketle toplumsal yapının nasıl karakterize olduğu dolaylı da olsa öngörülebilmektedir.
Yalvaç kazası örneğinden hareketle 19. yüzyılın ilk yarısında yüksek doğurganlık ve ölümlülük hızı ile kısa ortalama yaşam süresi nüfusun yaş dağılımını belirlediği söylenilebilir. Elbette kazada nüfusun yaş yapısı sadece demografik geçişin doğasından kaynaklanan bu bileşenlerle sınırlı değildi. Askerlik sürelerinin uzaması, arka arkaya gelen ve uzun süren savaşların varlığı, zaman zaman ortaya çıkan salgın hastalıklar ve kuraklıklar gibi faktörler de nüfus büyüklüğünü olduğu kadar yaş dağılımını da etkilemekteydi. Erkek nüfusa dayalı olarak oluşturulan nüfus piramidinde (kadın nüfusu için olan kısmı varsayımsal) nüfusun 5’er yaş dağılımı bu tür sorgulamalara ve ilişkilendirmelere götürmekte ve dönemin toplumunun geçmişi ile birlikte adeta bir röntgenini çekmektedir.
19. yüzyılın ilk yarısında tarım toplumu karakterli geleneksel bir yapıdaki Osmanlı kasabası ve kırsalını temsil eden Yalvaç kazasında nüfusun yaş dağılımı “genç” nüfuslu bir topluma işaret ediyordu. Nüfusun yarıya yakını (%44) 0-14 yaş arasındaki genç nüfustan oluşuyordu ve bu oran köyler ile kaza merkezi arasında neredeyse anlamlı bir farklılık göstermiyordu. Şunu hemen ifade etmek gerekir ki, bu oran o dönemde toplumunda yaşlı nüfusun olmadığı anlamına gelmiyordu. Kazadaki genç nüfus oranı, günümüzdeki gibi analiz edildiğinde yüksek düzeyde genç bağımlılık oranına işaret etmekteydi. Bu çeşitli yönleriyle tartışmaya açık bir değerlendirme olduğu kabul edilmelidir. Gerçekten de nüfus piramidinin görünümü ve yüksek genç nüfus oranı Yalvaç kazası için demografik olarak “yük” müydü? Yoksa dönemin koşulları göz önüne alındığında yüksek doğurganlığı takip eden yüksek ölümlülük oranlarıyla nüfusun yaş dağılımı kazanın gelecekteki nüfus olarak var olmasının adeta bir “sigortası” mıydı?
Yaşlanma her ne kadar modernleşmeyle karşılaşılan bir durum gibi gösterilse de modern öncesi yani geleneksel tarım toplumları için de var olan bir olguydu. Elbette boyutları, görünürlüğü, deneyimlenmesi yanında aile ve toplumdaki konumuna kadar bir dizi yönü açısından tamamen günümüz modern toplumundan farklıydı. Dolayısıyla günümüzde yaşlanma ve yaşlı nüfus için yapılan her türlü tanımlama ve ayrımlar 19.yüzyılın ilk yarısında Yalvaç kazası gibi geleneksel kırsal karakterli bir sahada anlamlı olmayacaktır. Dolayısıyla 1831 yılı nüfus sayımı verilerindeki yaş dağılımı dikkate alındığında dönemin toplumsal yapısı ve ekonomik faaliyetleriyle birlikte düşünüldüğünde “yaşlılığın hangi yaştan” itibaren başlatılabileceğini belirlemek oldukça güçtür. Zira günümüzde bile kronolojik olarak yaşlılığı tanımlayacak bir “eşik” yaş değerinin belirlenmesi oldukça tartışmalıdır. Diğer taraftan geleneksel bir toplumda gerek çocukluk gerekse yaşlılık için belirli bir kronolojik yaş sınırı belirlemekten daha çok fonksiyonellik ve işlevsellik çok daha önemli olmalıdır. Şayet böyleyse bu yaş tanımlaması kronolojik olarak yaklaşık hangi yaşlara denk düştüğüne dair kesin bir şey söylenemese de bu araştırmada yaşlı nüfus ayrımında birden fazla eşik değeri (40-+, 50-+, 60-+ ve 65-+ yaş) önerilmiştir. Bunlardan 40 ve üzeri olan grup, nüfus sayımının yapılış gayesi olan askere uygunluk sınırı dışında kalmasına bağlı olarak yaşlı (musin) şeklinde tanımlanması dikkat çekmektedir. Dolayısıyla 40 ve üzeri yaşta olanları yaşlı nüfus kategorisinde değerlendirmek için uygun bir sınır olarak kabul edilebilir. Dahası, ortalama yaşam süresinin de 30-40 yıl olduğu göz önüne alınırsa bu ayrım çok da yanlış olmayacaktır. Eğer 40 ve üzeri yaştakileri yaşlı olarak kabul edersek Yalvaç kazası nüfusunda yaşlıların hiç de azımsanmayacak (%18,6’sı) boyutlara erişmiş olduğu anlaşılır. Kaza merkezi ile kaza köyleri toplamı arasında yaşlı nüfus oranlarında anlamlı bir farklılık olmasa da köyler arasında büyük farklılıklar saptanmıştır. Diğer taraftan yaşlı nüfusun mekânsal dağılımı ise belli örüntü kalıpları sergilemekten uzaktır.
19. yüzyılın ilk yarısında nüfusun gerek ana yaş grupları ayrımı gerekse yaşlılığın belirlenmesinde hangi yaş değerinin esas alınacağının belirlenmesi için sadece askerlik çağına giriş ve çıkış yaşlarına odaklanmanın ne kadar gerçekçi olacağı tartışılabilir. Dolayısıyla sadece askerlik değil aynı zamanda biyometrik yaş göstergeleri, vergi almaya başlama ve yaşlanmaya bağlı olarak vergiden düşme, devlet memuru olarak çalışmaya başlama ve bırakma gibi dolaylı başka göstergeler de dikkate alınabilir.
Son olarak, 1830/1831 tarihinde nüfus sayımının yapılması ve sayımın yaş verisini içerecek şekilde kayıtlar içermesi her şeyden önce Osmanlı modernleşmesinin bir göstergesi olarak algılanabilir. Zira nüfus sayımı, demografik verinin istatistiki bilgiyle işlenmesi sonucu devlet yönetiminde kullanılması anlamına geliyordu. İlk defa yapılan nüfus sayımında erkek nüfusun yaşı ile birlikte kaydedilmesi demografik veriye, yönetimin ne kadar ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. İlerleyen yıllardaki sayımlarda kadın nüfusunun dahil edilmesi yanında etnik ve dini ayrımlara dair verilerin de giderek yükselen milliyetçilik akımlarıyla birlikte çok daha önemli hale gelecekti. Çünkü Osmanlılar gibi çok milliyetli bir imparatorluktan ulus-devlet oluşumlarına geçişlere yönelik artan talepler, toprak kayıplarına yol açıyor ve devlet küçülüyordu. Bütün bunlar demografik veriye olan ihtiyacı çeşitlendirerek artırıyordu. Bu da bize, 19. yüzyılda nüfus sayımlarının giderek artan önemi Foucault’nun “yönetimsellik” kavramsallaştırmasıyla son derece uyumlu olduğunu düşündürmektedir (Foucault, 2005).
Etiketler: 19. yüzyıl » Doç.Dr. İlker Yiğit » nüfus » Prof.Dr. Mustafa Yakar » yalvaçYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER