logo

reklam

Anadolu dağlarında muşmula zamanı…

Sayıları giderek azalsa da muşmula ağaçları Anadolu’nun yaban meyvelerinin öykülerini anlatmayı sürdürüyor hala. Bir Hititli kadının eli, bir Urartulu çocuğun sesi var gövdelerinde. Yalvaç’ın koyunlarının yünleri takılmış dikenlerine. Horasanlı gümüş sakallı bir dedenin, Bozkırlı güngörmüş bir ebenin dili var teninde. Çiçeğinde kim bilir hangi sevdanın öyküsü saklı. Alacalı kıl çuvallara doldurulan meyvesinde buruk bir göç yolculuğunun hatırası.

Yüreği kente sığmayan bir dağ adamının burnunda muşmula kokusu…

Anadolu kırsalında doğal olarak yetişen yabani meyvelerin birçoğu dilden kültüre,müzikten masala yaşamın her alanına sinmiştir.

Kızılcık, alıç, mersin, kara yemiş, çitlembik ve niceleri…

Çoğu yerde ‘muşmula’ bazı yerlerde ise döngel ve ‘beşbıyık’ olarak anılan yabani meyve de bunlardan biridir. Hatta bir güz meyvesi olan muşmula belki de Anadolu kırsalının en ünlülerinden biridir…

Geçmişte Anadolu’da tarım yağmur döngüsüne göre yapılırdı ve buna göre Ekim, yani tohumun toprağa ekildiği ay aynı zamanda muşmulaların dallarda olgunlaşmaya başladığı aydı. Kastamonu’dan, Artvin’e, Isparta’dan Bursa’ya, Kahramanmaraş’tan Kırklareli’ne ekin eken çiftçilerin azık torbalarındaki ekmeklere katık yaptığı mis kokulu muşmulalar, kimseye muhtaç olmadan insanca yaşayıp gitmenin öyküsünü anlatır dururdu.

Elini uzattığında yeryüzündeki varlığını destekleyen bir dost eli gibi uzanıveren o tüylü, sarımsı, kiremit rengi, giderek kahverengine dönüşen meyveler Anadolu insanının binlerce yıllık dayanaklarından biridir.

Bugün Yunanca kökenli ‘moúsmoulo’ (μούσμουλο) kelimesinden dilimize geçen ‘muşmula’, birçok yerde, özellikle güney illerimizde Malta eriği ya da ‘yenidünya’ olarak adlandırılan meyve için de kullanılıyor. Ancak muşmula denilince geçmişten beri ve en yaygın akla gelen tür, gülgiller ailesinin bir üyesi olan bildiğimiz dağlı muşmuladır.

Isparta Gelendost pazarında muşmula satan pazarcıların “Haydi döngeeeeeeelll, döngeeeeeelll” diye avaz avaz bağırmaları, almadan geçip gidenlere bir çağrı gibidir.

Latincesi ‘Mespilus germanica’ olarak anılan muşmulanın dilimizde bir takılma cümlesi olarak kullanılan ‘muşmula suratlı’ ifadesini kazandırması, tanen içeren olgunlaşmamış meyvelerinin yenild ğinde insanın yüzünü buruşturmasından kaynaklanır. Aynı zamanda iyice olgunlaşan meyvelerin kabuğunun pörsümüş ve buruşmuş görüntüsü de ‘muşmula suratlı’ ifadesine kaynaklık eder. Ancak muşmulanın insanın dilini buran kekremsi tadı, onun içeriğindeki bileşenlerden kaynaklanır ve bu bileşenler binlerce yıldır insanlara şifa olmuştur.

İyi bir besin olmasının yanında aynı zamanda geleneksel halk hekimliğinde diyabetten mide rahatsızlıklarına, birçok sağlık sorununun sağaltılmasında kullanılan muşmula, sırtını yaşadığı coğrafyaya yaslayan yoksul köylüler için de bir nimettir. Son yıllarda artan bilimsel çalışmalarda muşmula bitkisinin yapraklarındaki bileşenlerin anti bakteriyel özellik taşıdığının keşfedilmesi, türün yalnızca halk hekimliği kullanımlarıyla sınırlı olmadığını gösterir.

Mayıs-Haziran aylarında görkemli beyaz çiçeklerini açan muşmula ağaçları çoğu yerde 5-6 metreye kadar boylanırlar. Geçmişte Konya’nın güneyi, Antalya’nın kuzeyindeki ilçelerinde ve Isparta’ da aynı aileden olan alıç ağaçlarına muşmula aşılanarak bu yolla ürün elde edilirdi.

Ekim ayından itibaren meyveleri olgunlaşmaya başlayan muşmula ağaçları üzerine kar düşene kadar meyvelerini dallarında saklar. Olgunlaşmış muşmula meyvelerinin içi tıpkı doğal bir marmelat gibi kıvamlı hale gelir. Muşmula Akdeniz, Ege ve Karadeniz bölgelerimizle Doğu Anadolu’nun bir bölümünde doğal olarak yetişen bir tür. Birçok yerde çayı, marmelatı, turşusu, sirkesi de yapılan muşmula meyveleri aynı zamanda yaban hayvanları için de iyi bir besin kaynağı oluşturur.

Birçok yerli türün yaşamdan giderek uzaklaşmasıyla günümüz insanı doğadan alması gereken en varsa artık tabletler aracılığıyla alıyor. Pırasanın, lahananın, sarımsağın ve buğdayın kendisine sırt çevirip koşup avuç dolusu para ödeyerek tabletini tüketmeye meyilli. Muşmulalar da ‘hap’ olup ambalajlanarak şişelere dolmadan gidip gövdelerine sarılın, çiçeklerini koklayın, meyvelerini yiyin. Yemeseniz bile bu kadim ağaca kulak verin. Size Anadolu’nun, İran’ın, Kafkasların ve Balkanların binlerce yıllık öyküsünü anlatacaktır. Anlattığı öykülerden birinde mutlaka sizin de geçmişiniz saklıdır, kim bilir…

Sayıları giderek azalsa da muşmula ağaçları Anadolu’nun yaban meyvelerinin öykülerini anlatmayı sürdürüyor hala. Bir Hititli kadının eli, bir Urartulu çocuğun sesi var gövdelerinde. Yalvaç’ın koyunlarının yünleri takılmış dikenlerine. Horasanlı gümüş sakallı bir dedenin, Bozkırlı güngörmüş bir ebenin dili var teninde. Çiçeğinde kim bilir hangi sevdanın öyküsü saklı. Alacalı kıl çuvallara doldurulan meyvesinde buruk bir göç yolculuğunun hatırası. Yüreği kente sığmayan bir dağ adamının burnunda muşmula kokusu…

Orman kenarları, çalılıklar ve tarlalarda; taşlık, çorak, kayalık yamaçlarda coğrafyayı bekleyip toprağı tutan muşmula ağaçlarının şimdilerde kızarmış yapraklarına kimi yerde kar, kimi yerde kırağı düştü. Ancak muşmula ağaçları dirençli gövdeleriyle sessizce nöbetteler; bir sonraki çiçeğe, bir sonraki Ekim’e kadar…

YUSUF YAVUZ

Etiketler: »
Share

Yorum yapabilmek için Giriş yapın.