Son Dakika
Ünlü yazar Ahmet Şerif’in Anadolu’nun çeşitli yerlerinde gerçekleştirdiği gezi yazılarından oluşan Anadolu’da Tanin kitabındaki Yalvaç bölümü oldukça ilginç bilgilerle dolu. İşte o bölüm:
Yalvaç, 3 Eylül 1909
Yalvaç’a iki saat uzaklıkta kurulmuş olan ve beş yüz kadar evden meydana gelen Öyüklü (Hüyüklü) köyüne giderek bir günümü köylülerin arasında geçirmeyi ve onların günlük hayatlarını bir köylü kişiliği ile incelemeyi başardım.
Anadolu köylerinin genel görünüşü, köylülerin hayat ve geçim biçimleri konukların gözünde büyük bir değişiklik göstermez. Bir köyü en iyi bir şekilde, görmek, bir köylünün durumunu, yaşayışını, yaşamak için sahip bulunduğu kuvvetleri incelemek, bütün köylüleri anlamak demektir. Bir köy evi, bir köylü ruhu büyük bir araştırma ve inceleme alanıdır. Bu ev, üzeri toprakla örtülmüş, yine toprak bir yahut iki odasıyla, bir köşesinde kümes, samanlık yapılmış, ufak bahçesiyle uzun bir didinmenin meydana getirdiği yorgunluğu gideren sıcak, en samimi bir aile ocağı, gerçek insanlığın kaynağıdır.
İşte böyle düşünerek yüzleri iki yüzlülük örtüsü ile örtülü olmayan safdil köylüler arasında içtenlik ve er demle karşı karşıya bir günümü geçirebilmek emeliyle koştum. İş zamanı olduğundan köy tenha idi. Kızgın bir güneşin şiddetli sıcağı altında köylülerin, kadınları, çocukları, bütün araçları ile çalışmakta oldukları görünüyordu. Köy, üzerleri toprakla örtülerek düz bir duruma getirilmiş evleriyle başında fesi olmayan kel bir adama benziyordu.
Bizi gören ihtiyarlar, bizi kendilerine özgü bir saflıkla karşılayarak köyün en düzenli bir binası olması gereken okula götürdüler. Anadolu’da bir köy okulu… Bu, görmek isteyen bir adam için iyi bir araştırma kaynağı olduğundan içine girdim. Karşıda ocaklığı, uzun bir oda… Duvar diplerine yerden iki karış kadar yüksek tahtalar dizilmiş, çocukların bu tahtaların üzerine kitaplarını koyarak yere oturdukları ve okudukları anlaşılıyor. Köşede bir minder… Burası hoca efendinin yeri. Uzun sopasını çocuklara buradan yetiştiriyor. Okul boş, tatil zamanı olmalı ki, ders okunmuyor. Duvara yapıştırılmış, siyah yahut beyaz olduğu fark edilemeyen bir tahta üzerine tebeşir ile yazılmış iki satırlık şu yazı dikkati çekiyor.
«Konya vilayetinin Isparta sancağında Öyüklü köyünde Nalbant mahallesinde Şaban oğlu Hacı Hafız Efendi’nin mektebinde okuyup bu yazıyı yazan veyahut ki öğrenen efendi, çalışsın, zararı olmaz faydası olur. Şimdiki durumda imtihan var, asker olursunuz. Bu alemde okuyup yazan feyz alır ve kadr-i itibar sahibi olur. Okumayan cahil kalır.»
Bu yazının hocanın yazısı olduğunu, çocuklara örnek olmak üzere yazıldığını sandım ve merak ederek sordum. Hocanın yazı yazmak bilmediğini, bu yazıyı on yaşlarında bir çocuğun kendiliğinden, köyde yazı yazabilen bir iki kişiyle, ara sıra uğrayanlardan öğrendiği cevabını verdiler. Bir okul hocasının yazısı olmaması pek garip olduğunu, ne için böyle bir adama para verdiklerini, bu hocadan çocuklarının bir şey öğrenemeyeceğini anlattım. Hocanın aylığı olmayıp haftada her çocuğun bir yumurta, yahut beş para verdiğini, devletten bu konuda hiçbir şekilde teşvik ve yardım görmediklerini, şimdi okuma yazmanın kıymetini anlayarak hiç olmazsa çocuklarını olabildiği kadar cahil bırakmamak en birinci istekleri ise de bir okul yapmak, hoca getirmek için ne gibi araçlara baş vurmak gerektiğini bilmediklerini, böyle bir şeye girişilerek kendilerine ön ayak olunsa durumuna göre, her evin üç beş kuruş vermeye hazır olduğunu söylediler.
Artık konu açılmış oldu, tereddüt etmedim. Devletin kendilerine nasıl davrandığını, hürriyetten memnun olup olmadıklarını sordum. Her taraftan şikayet başladı.
Zaten köye bir gazetecinin geldiği, bu adamın şimdiye kadar gelen devlet memurları gibi tehditlerde bulunmayarak bir hemşeri gibi kendileriyle konuşmalar yaptığını haber alarak işini bırakıp gelenlerle halka epeyce genişlemişti. Onların kafalarını tırmalayan bu soru üzerine meclisin bakışı, baş tarafta oturan ve mertçe duruşu ile insana güven duygusu veren bir ihtiyara döndü ki, bunda kendilerine aracı olması ricası bulunuyordu. Bu ihtiyar dedi ki; «Hürriyet şimdiye kadar bizim işittiğimiz bir laf değildi. Fakat bize söylenen sözlerden, bazı işlerden anlıyoruz ki, bu iyi bir şeydir. Bize bu sözler pek tatlı geldi, artık her şeyin düzeleceğini, vergilerin doğruluk ve kolaylıkla toplanacağını, köydeki kanlı, katil, hırsızların terbiye edileceğini, askere giden çocuklarımızın senelerce aç, çıplak bekletilmeyerek vaktinde tezkerelerinin verileceğini, memurların istedikleri gibi iş göremeyeceklerini, her şeyin değişeceğini zannetmiştik. Fakat hala bir şey olmadı. Evvelce bazı işler daha düzgün gitmekte iken bugün bütün bütün karıştı. Devlet dairesine gitsek amir, memur belli değil… Hükümet hala bizim dertlerimize bakmıyor. -Karşıda toprak ve yıkık bir evi göstererek- şu evin kıymeti on sekiz bin kuruştur, bunun yılda yetmiş beş kuruş vergisi var. Halbuki böyle on ev bir araya gelse yine bu kadar etmez.
Bir tarlanın üç beş kişi elinde tapu senetleri vardır, sürmekte olduğumuz tarlaların bizim olduğunda şüpheliyiz.
Bu yüzden her gün kavgalar oluyor, bazen ölüm olayları meydana geliyor. Devlet dairesine, mahkemeye gidiyoruz dert anlatamıyoruz. O, yalnız zamanı gelince vergi toplamayı düşünüyor. Hasan’ın vergisini Hüseyin verir, Ahmet’in borcunu Mehmet öder. Bütün sene çalışır, her sene vergilerimizi veririz, zaten vermesek de zorla kazanımızı, yorganımızı satarak alırlar. Böyle iken yine borçtan kurtulamayız. Birkaç senedir köyden ekecek tohumluk bulamayanlar çoktur, hiçbir taraftan yardım olmadığından ister istemez ağalardan bir kile tohumluğu yüz, yüz yirmi kuruşa, yahut üç kileye karşılık alır ekeriz. Artık o ağalar başımıza belli kesilir, köylüyü hep edepsizlerden olan adamlarına döğdürür, hapsettirir, bazen devlet aracılığı ile korkutur da veremeyenlerden alacağını öyle alır. Gerçi bu sene Ziraat Bankası veriyorsa da bu bizi doyurmuyor. Bu para köyümüze girmeden bitiyor.» (Devamı var)
Etiketler: Ahmet Şerif » Anadolu'da Tanin » yalvaçYorum yapabilmek için Giriş yapın.
BENZER HABERLER